1 Nisan 2018 Pazar


YILDIZLARI SEYRETMEYİ SEVEN KIZ ( Aycan’a İthaf )

Göz yaşı bezleri bebeklikte çok fazla faaliyet gösterirken, yaş ilerledikçe mesaisini vücudun ihtiyacına göre ayarlıyarak ömrümüzün sonuna kadar faaliyet gösteren çok önemli bir organımızdır.
Faaliyetinin durması,gözlerimizin kurumasına,gözümüzde bakterilerin üremesine neden olacak kadar sevimsiz hastalıklara neden olur.
Türkiye dışındaki ülkelerde nasıldır pek bir bilgim yok, ama, Türk Toplumunda göz yaşının apayrı bir özelliği vardır. Göz yaşının Erkeklikle ve Mertlikle ters orantılı bir ilişkisi vardır. Göz yaşının sular seller gibi aktığı Ağlama dediğimiz eylem, ölüm ve büyük acılar dışında erkekler için ayıptır. ‘Erkek adam ağlamaz’ kuralı bir çok erkeği ; gururundan dışa vuramadığı sevdasını içe akıtılan göz yaşı ile , kendini ifade etme şeklinde bir eyleme dönüşür. Sazlarda tellere vuran her mızrap darbesi,her tokuşturulan kadeh,her savrulan küfür,hasma sıkılan her kurşun , dışarı akıtılamayan gözyaşının bedelidir.
Yaş elli sınırını aştığında,nedense ‘ Erkekler ağlamaz ’ kuralında bir gevşeme olur.Hele 60 lı yaşlardadaki erkeklerin her duygulandıkları an,sanki gözlerine toz kaçmış gibi gözyaşlarının pınarlarından taşması olağan kabul edilir. Nedense testeronun azalıp, Andropoz’un hızlandığı yaşlarda AĞLAMA dediğimiz eylem, Ağla Ağla açılırsın gibi teşvik sözleri ilede hoşgörünün doruk noktasına ulaşır.Geçenlerde babasını muayeneye gittiğim bir dostum, hastalık nedeni ile ağlayan yaşlı babasına ‘ Ağla ağla açılır rahatlarsın ’ demesiyle yaşlı baba oğluna ‘ Ağla ağla diyerek toprağa yakınlaştığımımı ima ediyorsun diyince , odadaki herkes tüm sıkıntılarını unutup kahkayı koyuverdi.Gözyaşları içinde dakikalarca güldük.Birde baktıkki demin ağlayan yaşlı baba göz yaşları ile kendi söylediği söze gülmekten ağrılarını geçirmişti.
Ben göz yaşının insanı rahatlattığına inanırım.Bilimsel bir izahı yok ama ,herhalde inanmanın tesirinden olacak,ne zaman ağlasam rahatladığımı hissederim.Belkide gözyaşı salgılanması paralelinde mutluluk hormonu dediğimiz endorfininde salgılanmasına neden oluyordur. Deminde bahsettiğim gibi yaş 60 lı sınırları aşınca ,insan herhalde daha fazla duygusallaşıyor.
Geçmişte isteyipte yapamadıklarımız veya tam tersine istemeden yaptığımız bir takım işler aklımıza geldiğinde, yitirilen zamanın acısı insanı dahada fazla duygusallaştırıyor. Hele hele gerçekleri bildiğiniz halde ; sırf o katı gururunuzun etkisiyle,söylemek isteyipte söyliyemediğiniz veya söylemek istemediğiniz halde söylediğiniz cümleler aklınıza geldiğinde, yaşanması ve paylaşılması gereken yıllarda en sevdiklerinizle bile paylaşamadığınız sırlarınız aklınıza geldikçe yutkuncuk olur gibi boğazınızda bir tıkanıklık olur.
Bu satırları yazdığım şu anda geçmişe yaptığım yolculuğun duygusalllığı ile yine gözlerim yaşarmış bir vaziyette bilgisayarın başında bu yazıyı yazıyorum. Zira bu gün ; Yıldızları seyretmeyi seven kız aklıma geldi.
Ataköydeki evimiz 3 odalı Sosyal konuttur.O nedenle yatak odaları oldukça ekonomik düşünülmüş boyuttadır. Bu eve taşındığımızda yaşları 8, 5 ve 3,5 yaşlarında 3 kızımız vardı.Hayatın başlarında olduğum,yaşama ve işime hırsla asıldığım yıllarım.Yılların sürrati içinde hırslarımız azalıp, saçlarımız ağarırken,Kızlar büyüdüler ve sanki birbirleri ile yarışırcasına yuvadan uçup gittiler.İşimde ve konumumda tam çocuklarıma ayıracak zamanım olmuştuki,birde baktımki kuşlar uçup gitmişler.Paylaşamadıkları duygularını,ilk aşklarını,ilk acılarını,ötelenmiş sevgi sözcüklerini,bekledikleri takdir ve sevgi sözcüklerinide bavullarına koyup gitmişler.
Eşimle kalakaldık başbaşa. 2 kişiye 3 oda olunca vede yorgun mesaneler karşılıklı uyku derinliklerini bozmaya başlayınca,odalarımızı ayırdık. 5-6 yıl kadar küçük odayı mevcut konumu ile olduğu gibi kullandım.Kızım sanki geri dönecek ve odasını tekrar kullanacakmış gibi bir duygu ile,gardrobunun üzerine çizdiği resimler duvarlara astığı posterler kitaplığındaki kitaplar,bıraktığı andaki gibi yerlerini muhafaza ettiler.Uzun süre odayı kullanmama rağmen benim odam diyemedim.Geceleri salondaki divanla yatak arasında defalarca seyrüsefer yaparak delik deşik gece uykularımla günleri geçirdik. Pencerenin yanına konulmuş yatakta kışın kaloriferin sıcağından,yazın açık pencereden gelen sivrisineklerle bir türlü başedemez, hergece uykunun gerisini salonda divanda tamamlardım.
Kapının arkasına yapıştırılmış Büyük İstanbul koşusunun, koşuya katılmak için numarasının yazılı olduğu Coca-Cola’nın reklamını içeren uçları kıvrılmış, göğüse yapıştırılan afiş ; yıllarca konumunu korudu. Bon Jovi posteri ise bazen rüyalarıma tanıklık ederdi.
Derken bir gün kayınvaldemin daveti ile bir tanıtım yemeğine tesadüfen katıldım. Bir Alman firmasının ürettiği Kauçuk yatakların tanıtımını yaptılar.Tanıtımı yapan o kadar profesyonel idiki ,sair zaman 40 defa alıp almamayı düşüneceğim pahallı yatağı ; alıvermişim. Tabii o yatağa uygun baza ve odanın ve yatağın konumuna uygun Elbise dolabı ve çalışma masası sıraya girdi.Hatta işi biraz daha ilerletip yerdeki boydan boya halılarıda yolcu edip,yerleride parke lam kaplattırdık.Tabii yatağın konumu değişti ve benim geceleri yatak odası ile salon arasındaki seyrü-seferlerimde son buldu.60 yaşından sonra sağlıklı bir yatağın kıymetini anladım.
Bu gün evde temizlik günü. Temizlik günlerinde mutlaka evde değişiklik olur.Bir sonraki temizlik gününe kadar eşyaların bazıları yer değiştirir.Bu gün kü değişiklikten ortanca kızımın kıymetli masası nasibini aldı. Masa benim odama pencerenin yanına konuşlandı. Büro tipi sandalyeye oturup,soldan gelen pencerenin huzur veren ışığında masada dergimi okumak büyük keyif verdi. Eve gelen yardımcısı ile harıl harıl çalışan eşime sordum :
- Yahu hanım bu odanın doğru konumu bu,bizim kız bu odayı niye bu konumda kullanmadı ?
Hanım hiç düşünmeden yanıtladı ;
- O yattığı yerden yerden yıldızları seyretmeyi severdi.
İstemsiz bir halde gözpınarlarım doldu.Odanın şeklini değiştirmekle sanki kızımın anılarına saygısızlık etmişim gibi geldi. Zira ben de gençliğimde Yıldızları seyrederek uymayı çok severdim.Benim gençliğimi geçirdiğim oda apartmanın ışıklığına baktığı için ,yattığım yerden yıldızları seyretme olanağım olmamıştı.Oyüzden odamın adını karanlık oda koymuştum. O odanın her köşesinde ayrı ayrı hayallerim yaşardı.O ev satılıncaya kadar, annemi her ziyaretimde odama girer köşelerine bakar,ve oralarda hala asılı kalmış gençlik hayallerimi görürdüm.
Yıldızları seyretmeyi seven kız bu gün çalışan bir anne. Sorumluluklarını fazlasıyla üstlenmiş bir vaziyette hayatın inişli çıkışlı yollarında çırpınıp duruyor. Yıldızlara bakarak kurduğu hayallerden hergün uzaklaşarak,hayatın katı gerçeklerini altetmeye uğraşıyor.Bir gün geriye dönüp baktığında ,yapmak isteyipte yapamadıkları ,veya istemeden yaptıklarından duyduğu pişmanlıklar inşallah az olur.Zira yıldızlara bakarak hayalini kurduğu uzaydan geleceğini beklediği sanal sevgili,ondan hergeçen gün daha uzaklaşmakta. Zaman ise saatleri hızla öğüten bir değirmen misali çalışmasına devam ediyor. Dünyamız vahşi insanoğlunun işkencesi ile her gün daha fazla yaşlanıp sonuna yaklaşmakta.Kutup buzullarının hızla eridiği,tayfunların alt üst ettiği uygarlık.Kirlenen denizler ve çevre.
Bir daha geri dönmiyeceğini bildiğimiz ,basit bir törenle uğurladığımız ,sevdiklerimiz aklıma geldikçe; çaresizliğin gözpınarlarıma sürgün ettiği yaşlar,damla dala süzülürken yanaklarımdan,Yıldızları seven kızın hayallerinin güzelliğinin,çaresizliğin en güzel merhemi olduğunu hatırlattı bana….
İnanıyorumki bu odayı benim kullanım sürem bittikten bir sure sonra bir genç kız yatağını tekrar pencerenin kenarına çekecek,ve yıldazları seyrederek uykuya dalarken,çok uzaklardan gelecek sevgilisinin hayallerini kuracak . Kim Bilir ?...
Dr.Erdem Cankaya




27 Aralık 2013 Cuma

65 yaş bir başka güzeldir insan yaşamında,
Yapraklarını dökmemiş bir sonbahar çınarı gibi,
Bedenin küçük küçük ihanet etsede sana,
Yaprakların hala dökülmemiştir,
Gölgen başka bir zevk verir dostlarına


Kalbin arada yorgunluk sinyalleri versede,
Arada bazı unuttuklarının yanında
Tazeliğini yitirmemiş geçmiş hayallerin güzelliği ile
Bir başka çarpar kalbin.

Sevdiklerin bir başka güzeldir,
Dostların yıllanmış şarap gibi kıymetli

Bir başka güzeldir 65 yaşın aşkı
Yıllanmış sevginin tadı
Seninle birlikte yaşlanan sevgilin
Aynalardan daha güzel bakar sana

Hırslarının bitip ,umutların bitmediği
Ayaklarının yere bastığı bir yaştasın,
Sahip olma duygularındaki değişim,
Paylaşırken aldığın zevk
Veren elinin rehaveti bir başka güzeldir.
Vesselam bir başka güzeldir
65 yaşını yaşamak.

Dr.Erdem CANKAYA
27 ARLIK 2013 ATAKÖY

2 Haziran 2012 Cumartesi

29 Mayıs 2012 Salı

Özgür İnsan yeniden çıkarken


Özgür İnsan Dergisi çıkarken,bir şiir yazmayı arzulamıştım.Yıllar öncesine gitti anılarım. Henüz 11 yaşında idim.  Rahmetli babam,Manisa Lisesinde Başmuavindi. Ayni zamandada Tarih öğretmeni idi. Demokrat Parti iktidarının son günleri idi. Adnan Menderes 1960 senesinin Mayıs ayının ortasında Manisaya gelmişti. İstanbulda,Ankarada gençler yürüyüş ve gösteriler yapıyordu. Babamın herbirini evlatları gibi sevdiği Manisa lisesinin gençleride yürüyüş yaptılar.Başmuavin olarak babam aynı zamanda Disiplin kurulununda başıydı.Valilikten gelen emirle,nümayişe katılan tüm öğrencilerin okuldan atılması  istendi. Babamda bu cezayı uygulamamak için Başmuavinlikten istifa etti.Aynı gün içinde Manisa Valisi Babamı açığa aldı. Telefonla tehditler almaya başlamıştık.Babam hepimizi Köyümüz olan Emiraleme götürdü.Orada daha emniyette olacağımızı kabul ediyordu.Okulların kapanmasına yakın bir süre kaldığında,okuldan ve arkadaşlarımdan ayrılmak bana çok hüzün vermişti.Büyüklerimin tereddütlü halide ürkütücü idi. Mutsuzluk duygusunu ilk o zaman tattım. Gediz boyunda bağlar içinde yürüyüş yaparken,babam beni sakinleştirmek için konuşuyordu.Baba-Oğul o gün iki olgun insan gibi sohbet ettik. Yaşamımın dönüm noktası idi o gün.Babamın o gün kü nasihatları,bu günkü benliğimin yapı taşları oldular.

Özgür İnsan Dergisini 40 yıl sonra tekrar çıkarabilmenin gururunu yaşarken,Özgür insan şiirini yazmak istedim. Yayın kurulu da kabul ederse bu şiiri yayınlayacağız. Bu Şiiri Tarih Öğretmeni  Rahmetli babam Mustafa Cankaya'nın aziz anısına ithaf ediyorum.Ebedi istiratgahında ışıklar içinde yatsın.


Baba , oğul ve Özgür  İnsan

Sohbet ediyordu baba ve oğul;
Oğul soruyordu babaya :
-Ben nasıl mutlu olurum baba ?
Baba gülümsedi oğluna,
Ellerini bir tarak gibi geçirdi ,
Oğlunun saçlarına.
-Mutluluk avuçlarındadır insanın,
-Vazgeçmezsen özgürlüğünden mutlusundur oğul !
-Düşüncelerinde Özgürsen ,
Ve Savunabiliyorsan cehalete karşı onları,
Dik durabilip, eğilip bükülmüyorsan,
Yobazın kaba kuvvetine karşı,
-Onurun uğruna savaşabiliyorsan,
Seni hiçbir şey yıldırmıyorsa,
Sorgulayabiliyorsan  özgürce her şeyi,
Saygı duyuyorsan bilime;
Sadece insanları değil;
Evrendeki tüm canlıları sevebiliyorsan,
Ve tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyabiliyorsan,
Zihnini açık tutabiliyorsan, batıla karşı,
Aklının  denizine, batılın kirli derelerini karıştırmıyorsan,
Berrak pırıl pırıl düşüncelere sahipsen,
Tüm güzelliği ile, tanrıyı kavrıyabiliyorsan ruhunda,
Bütünün bir parçası olduğunu hissedebiliyorsan,
Sen artık Özgür bir İnsansın demektir.
-Özgür insanlar her zaman mutludur oğul… 
Dr. Erdem CANKAYA - Ataköy ( Nisan 2012)
Özgür İnsan yeniden çıkarken

4 Nisan 2012 Çarşamba

Kaybolmuşluğun derinliğinde,
Korkularımız bir dost gibi yaklaşır bize,

Gül tarlasından geçerken,
Dikenlerin battığı yerde ;
Kanımızın rengini bile hatırlamayız.

Tebessümünü dudaklarında yakalayıp,
Gözlerinde aradığımız hüznü,
Avuçlayıp atamayız.

Bir çember gibi sarmıştır, hoyrat eller
Dikenler gibi batmaya hazır yumruklar,
Aynalara bakmağa utanırız.
Halbuki geçen zaman bizim hayatımız.

Yaratmayı bilmeden ; öldürmeyi öğrenen,
Tok karnımızın ,gözü aç arzuları
Değilmidir bizi mutsuz kılan ?

Verileni görmeyen,körleşmiş düşüncelerimiz,
Neyi ararki ,kendisine ait olmayan,

Yaşamayı bilmeden yaşayıp,
Erken ihtiyarlayan,
Bitmeyen arzularımız değilmidir ?
Varı yok edip ,yoktan anlamayan,
Yaşanmayan zamanın deresinde
Yüzmeye çalışan aptal ruhumuz.
Korkularımız,hırslarımız,
Doyumsuz arzularımız,
Bir eğe misali törpüler zamanı.
Yaşanmamış hayatın dehlizinde…
Dr. Erdem CANKAYA
Ataköy 04.04.2012 saat 04,00

4 Şubat 2012 Cumartesi

BEYNİMİZİN ARKASINDAKİ GERÇEK
Tanrı insanı şekillendirirken, bir an durmuş ve düşünmüş.”Ya bir gün gelir,bu yarattığım muhteşem canlı,beni kabullenmez ve yasalarımı çiğnerse” diye.Çare olarak insan beynini 3 ‘e bölmüş. EGO dediğimiz benliğimiz , SÜPEREGO dediğimiz üst benliğimiz vede İD dediğimiz “ALTBİLİNÇ” imizdir. 3katmanlı beynimizdeki katmanlar arasında denge ve ilişki , kişilik dediğimiz karekter’imizi meydana getirir.İD dediğimiz alt bilinç yaşamımız doğrultusunda,ilkel olan saldırgan benliğimizdir.Yaşamak için yemek ve avlanma,üremek için cinsel dürtülerimiz,tüm bunları elde etmek için kavgacı olan ilkel benliğimizdir.Vücudumuzun büyük enerjisini bu benliğimiz harcar.İlkel dediğimiz bu hayvani benliğimiz ayni zaman dada bizim yaşama içgüdümüzdür.Uygar insanın bir türlü kabullenemediği;kin ,nefret,aşırı hırs,sahip olma içgüdüsü,savaş ve kavga bu benliğimizin kaçınılmaz ürünleridir.EGO muz dediğimiz yani görünen benliğimiz ise bizi hayvanlardan ayırt eden ,hafıza ve zekamızın oluştuğu,alt benliğimiz’ in isteklerini dengeleyen,alt benliğimiz ile SÜPEREGO muz arasında uyuşumu sağlayan, kişiliğimizi simgeleyen benliğimizdir.Süper Ego muz yani üst benliğimiz ise,tanrının kendisini yerleştirdiği,ve insan oğlunun tanrıdan bir parça taşıdığı bölümdür.Bu bölüm insanı hayvanlardan ayırt eden,kuralların ve törelerin oluştuğu bölümdür.İnançları ayakta tutar,kültürel adetleri içselleştirir,yasaları ve tabuları yaratır.Saldırgan olan alt bilincimizi firenleyerek; kural ve değerler bütünlüğü içinde insana yön verir.Diğer bir deyişle Vicdan dediğimiz bölümdür.
Tanrısal olan SÜPEREGO muzla , hayvansal olan ALTBİLİNÇ imiz arasında insanlık tarihi boyunca süren mücadele,BENLİĞİMİZ dediğimiz Egomuzda soyut kavramların oluşmasına neden olur.Egomuzda vücut bulan bu kavramlar,”KORKULARIMIZ”,”ONURUMUZ”, ”PİŞMANLIKLARIMIZ” gibi duygularımızdır.Düşünebilen bir varlık olan insan,kar ve zararı önceden hesaplıyabilecek ,veya yaşadıktan sonra betimliyebilecek yaratıklardır.İnsanoğlunun yaşam süresince ,yaşamını zehir eden en kötü duygular,vicdan azabı dediğimiz pişmanlıklarımız,gelecek dış saldırılardan duyduğumuz kuşkular sonucu oluşturduğumuz korkularımızdır.Pişmanlık ve Korkuyu yaşamayan insanlar “MUTLU” dediğimiz insanlardır.Süperegonun hakim olduğu topluluklarda,mutluluklar daha fazladır.
İnsan beyni muhteşem bir kimya fabrikasıdır.Beynimizin içindeki her türlü faaliyet esnasında sinir ağı içindeki iletimler,kimyasal hadiseler olup,beynimiz tarafından büyük bir disiplin içinde,sınıflandırarak,ilgili bölmelerde muhafaza edilir.Yaşamımız süresince,gerek yaşadığımız deneyimler,gerekse yaşanılmış deneyimlerden derlenmiş,öğrendiğimiz bilgiler,büyük bir disiplin içinde hafızamıza depolanır.Ayrıca fark etmeden 5 duyumuzla görüntü,ses, ısı,koku gibi algıladığımız bir çok şey biz farkında olmadan belleğimizde yerini alır ve yaşadığımız sürece kaybolmazlar.
İNSAN BEYNİNE HÜKMETME :
Bu konudaki uğraşlar;insanlık tarihi kadar eskidir. Zamanımızdan asırlar önce (Milattan 70.000 – 12.000 yıl önce) “MU” uygarlığı denilen ,insan beyninin çok gelişmiş olduğu bir uygarlık vardı. Mu uygarlığı Avustralya ile Güney Amerika arasında yer alan Avustralya nın yaklaşık 3 misli büyüklüğünde bir kıta idi.Bu günkü arkeolojik ve tarih bilgilerimizle tam bilmediğimiz bir nedenle (muhtemelen bir nükleer savaş sonucu) bu kıta pasifiğin derinliklerine gömüldü. Gerek Batı pasifik adalarında,Japonya ve Çin in batısında ki adalarda bulunan kalıntılar,gerekse Peru,Meksika ve Hindistanda bulunan tabletlerden bu uygarlıkta yaşıyan insanların beyin güçlerinin ve telepatik iletişimlerinin çağımız insanına göre çok daha ileri düzeyde olduğunu öğrenmiş durumdayız.
1930 lu yıllarda Sovyetler birliğinde başlıyan çalışmalar,soğuk savaş döneminde hızlanarak ilerledi.Rusyada KGB nin ,Amerika birleşik devletlerinde CİA nın kontrolü altında Nörolojik araştırmalar,insan beyninin sırlarına ulaştı.
Çok büyük harcamalarla insan beyni konusunda bilimsel araştırmalar çok ilerledi. Özel beyin tarayıcı MR cihazları ile insan beynindeki bilgilerin fotoğrafı çekilerek,bilgisayarda kotlandı. Felç nedeni ile konuşma yeteneklerini yitiren hastaların başlarına takılan bir cihazla düşünceleri bilgisayara aktarılarak,ne istedikleri öğrenilebiliniyor. Bu güzel tıbbi buluşun dışında ise bu sistem etik olmayarak da bir savaş aleti olarak kullanılabiliniyor.
Psikolojik savaş taktikleri ile ,bir çok ülkenin egemenliği yok edilebilinir hale gelebilir.İletişim teknolojilerinin geliştiği son 60 yıllık dönemde,belli bir gücü elinde tutmak isteyen emperyalist devletlerin en büyük silahı iletişim araçları olmuştur. Bilinçaltına gerek sinema gerekse Televizyon görüntüleri ile belli bilgiler gönderilerek fark etmeden beyin yıkaması yapılabilmektedir. Diğer bir tanımla, "beyin yıkama" (zihin kontrolü), bireyin farkında olmadan davranışlarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesine girişimde bulunmak ve bu amaçla herhangi bir yöntemi uygulamaktır.
Ben son 30 yıldır Türkiye de yapılan seçimlerde, iktidar olan güçlerin, dış güçlerin desteği ile, zihin yıkama faaliyetlerini gösterdiklerine inanıyorum.
“Haber alma örgütleri tarafından uygulanan beyin yıkama yöntemleri, bir çeşit "zorunlu hipnotik trans. CIA tarafından yayınlanan gizli bir raporda, soğuk savaş döneminde KGB' nin beyin yıkama ve insan eğitme yöntemleri incelenmiş. Yani insanlardaki savunma sistemi nasıl yıkılır, yeni model insan nasıl yaratılır. Beyin yıkama yöntemleri, SSCB'de rejim muhaliflerine uygulandığı gibi, rejimle tam bir uyum içerisinde, birer robot gibi çalışabilmeleri için gönüllülere de uygulanmış. Böylece, rejimin istediği insan tipini yaratmak; insanları, gerektiğinde bir terörist, bir sabotajcı gibi eğitmek amaçlanmış. CIA raporlarında, ABD'deki yeni tip bir casusluk şebekesinden de söz edilir. Buna göre; hipnoz, telapati, düşünce okuma ve düşünce nakli gibi özel yeteneklere sahip ajanlar, Amerikan halkının şuuraltını etkileyerek, düşüncelerini KGB'nin programı çerçevesinde değiştirmeye çalışıyor. Ajanlar, çeşitli dini ve mistik topluluklara nüfuz ederek, bunları, konsantrasyon ve imajinasyon çalışmaları ile etkilemek istiyorlar.”
Bu gün beynimize istem dışımızda müdaheleler yapılanabileceği gerçeğini çok iyi bilmemiz gerekir Kişi psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum bırakılıp, sahip olduğu inanç ve düşünce yapısı sarsıldığında ikna ve telkine açık hale getirilmiş olur. . Bu müdaheleler gerek kimyasal gerekse elektromanyetik dalga akımları ile yapılabilmektedir. Narkotik ajanlarla yapılan “NARKOTİK HİPNOZ” da kimyasal maddeler kullanılır. Yüzyıllar öncesine dayanan bu metodu tarih sayfalarında görebiliriz. SELÇUKLU İmparatorluğu döneminde,”ALAMUT KALESİNDE” Hasan SABBAH narkotik hipnozla ölüme giden mücahitleri bir silah olarak kullanmıştır. Zamanımızda da “CANLI BOMBALAR” dediğimiz terör unsurları Narkotik Hipnozla yönlendirilmektedir. Diğer bir Beyne müdahele yöntemi de Telepatik iletişimle yapılmaktadır .Vikipedideki tarife göre “Telepati ya da uzaduyum bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikolojide incelenen paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri sürülen tesir irtibatıdır. Terim eski Yunanca’daki “uzak” anlamına gelen tele (τηλε)sözcüğü ile “etkilenme, tesir almış olma,hissetme” anlamlarına gelen patheia (πάθεια) sözcüğünün birleştirilmesiyle elde edilmiştir”. Telepatide alıcı ve verici olmak üzere 2 kişi vardır.Telepati sayesinde insanlar binlerce kilometre öteden birbirleri ile haberleşmektedirler. Avustralya da yaşayan ABORJİN yerlileri Telepati ile birbirleri ile iletişim kurmaktadır.
Hindistan ,Tibet,Peru ve Meksika da bulunan eski yazıt ve tabletlerde MU uygarlığı insanlarının TELEPATİ ile anlaştıkları anlatılmaktadır.Bir başka beyini kilometrelerce uzaktan okuyup,ona hükmedebilme,Telepati ile gerçekleştirilebilmektedir.
Teknolojik olarak bir beyne mesaj gönderme ise Manyetik elektrik akımları ile çok kolay sağlanabilmektedir. İnsanların algılamaları ile diğer canlıların algılamaları arasında farklılıklar mevcuttur. Köpeklerin duyum frekansları,Yunus balıklarının duyum frekansları,Yarasaların frekansları hep farklı farklıdır.Hayvanların algılayabildikleri bir çok sesi bizim algılayamamız bu yüzdendir. İnsan beyninin alıcı olarak kabul ettiği,fakat bilincimizin tanımlayamadığı Elektro –Manyetik akımlar mevcuttur. Özellikle son senelerde yoğun olarak kullandığımız “CEP TELEFONLARI” nın yaydığı elektomanyetik dalgalar,dünyaya egemen olan güçler tarafından ,insanları yönetmek için etik olmayan bir şekilde kullanılabilinir.
HANGİ BEYİNLER DIŞARDAN MÜDAHELEYE DAHA AÇIKTIR ?
İnsanlar yaşamlarına,bilimsel verilere ve geçmiş deneyimlerinden elde ettikleri bireysel deneyimlerine dayanarak yön verirler.Akıllarının ve bilimin yetmediği durumlarda “İNANÇLAR” devreye girer.ÖRF ,ADET ve GELENEKLER inançları tamamlayıcı unsurlardır. İnsan beyninde Bilimi Akıl, İnançları da DİN ler yönlendirir.
BEYNİMİZ ve DEMOKRASİ
İnançların hakim oldukları toplumlarda ,bilim ve akılcılık 2 ci planda kalır. Analitik –Bilimsel Zekaya sahip topluluklarda,Dinin,örf ve adetlerin etkisi çok zayıftır. Bir Topluma bir başka toplum en kolay olarak DİNi unsurları kullanarak çok kolay hakim olabilirler. Çünkü inançta tartışma yoktur olduğu gibi kabul edilir.Analitik zekayı geliştiren eğitim ve öğretimin yapılamadığı toplumlarda,geri kalmışlığın sonucu olarak “DEMOKRASİ den bahsetmek” safdillik olur.
Dünyanın tüm kaynaklarını pervasızca kendi menfaatleri için kullanan EMPERYALİST – EGEMEN GÜÇLER ; sömürmek istedikleri ülkeleri,ırk,din ve mezhep kavgaları ile parçalayarak o ülkeye egemen olurlar. İlk önce Parayı ,Vicdanının önüne geçirecek yerli işbirlikçileri bulurlar. Halkın cehaletini Din yolu ile istismar ederek,yerli iş birlikçilerini iktidara taşırlar. Böyle ülkelerde Halkın önüne sandık konsada, yapılan seçimler DEMOKRATİK değildir. Azınlığın çoğunluğa tahakkümü başlar. Fakirleştirilen halkın eğitim olanakları ellerinden alınarak, doğmalara yönlendirirler. Halkın müşterek servetinden çaldıklarınını çok az bir bölümünü halka vererek; fukara zihniyetinde kendilerine bağımlı bir toplum yaratarak ,sandık güçlerini arttırırlar. Devleti ağır ağır ele geçirirler. Kendi silahlı güçlerini ve yargı güçlerini oluştururlar. Yandaş olarak yaratıkları basın ise en büyük güç kaynaklarıdır. Yazılı ve görüntülü basında DESENFORMATİK yayınlarla halkın moral gücünü zayıflatıp,korku düzenini kurarlar. Devletin temelindeki Kurucu insanları ve halkın gözündeki kahramanları devamlı yıpratarak, moral değerleri yok ederler.
Sanat ve kültürü yok ederek toplumun analitik zekasını daha da köreltmeye çalışırlar. Eğitimde İnanç ağırlıklı ,bilimsellikten uzak ,doğmalara inanan bir toplum yaratmak öncelikli hedefleridir.
SONUÇ :
Beyin nedir deyip geçmeyin. Unutmayın ki ,beynini önce cüzdanlarını düşünerek çalıştıran yöneticilerin olduğu ülkeler,her daim yıkılmaya ve egemen toplumların esiri olmaya mahkumdurlar…
Saygı ve sevgilerimle bilgilerinize sunarım.
Dr. Erdem CANKAYA

21 Ekim 2011 Cuma

TERÖR E LANET

LANET TERÖR

Bu gün 21 Ekim 2011. Hakkari de Şehit düşen vatan evlatlarımızdan biri Ataköy deki camide Cenaze namazı ile uğurlanacak. Vatandaşlar koştura koştura Camiye gidiyor. Balkonunumun panjuruna bayrağımızı asarken duygulandım ve göz yaşlarıma hakim olamadım. Ne garip milletiz. Daha kuzucuk denecek yaşta delikanlıları ,”EN BÜYÜK ASKER BİZİM ASKER” diye havalara ata ata, arabalardan yarı beline sarkarak , bayrakları sallayarak kornalar basarak askere uğurlarız,daha sonrada pis bir kurşuna hedef olup şehit olunca da “ŞEHİTLER ÖLMEZ ,VATAN BÖLÜNMEZ “ sloganları ile toprağa veririz.30 senede 40.000 insan öldü. Ocağına ateş düşen ailelerin dışında hangimiz kaç şehidin ismini hatırlıyor.

Niçin , neden bu iğrenç vahşet ? İspanyada 40 yılda 800 kişi terörden can vermiş. ETA silah bıraktı. Bizde ise 40.000 can ölmüş ve PKK hala öldürüyor. Kin ve nefret sarmış ruhlarımızı. Lanet olsun bu terörü besleyen kişilere.

Son olaydan sonra , bazı Kürt kökenli vatandaşlarımız,”BENİM İÇİN ÖLDÜRME VE ÖLME” diyerek bu iğrenç yangına su dökmeye çalışıyor. Ama kan emici zihniyet’in uzantıları, terörden beslenen ve menfaat umanlar ise kin ve nefret tohumlarını ekiyor insanların ruhlarına.

Okyanus ‘un ötesinde, yüzde doksan dokuz,yüzde bir’e karşı yürüyor.Ekonomisi çatlamış,vahşi kapitalizm’in ülkesindeki emekçiler yürüyor. Londra da,Paris de, Madrit de Atina da hep insanlar yollarda. Libya da Kaddafi yi öldürdüler. Acılar içinde aç ve sefil fakir ülkelerin insanları. Aç gözleri doymuyor Kapitalizm’in ağababalarının. Daha da istiyorlar. Petrolü istiyorlar,Özel uçakları,havuzlu Malikaneleri istiyorlar. Kan bürümüş gözleri doymuyor. Afganistan da, Pakistan da, Irak ta, Mısır da, Libya da ,Honduras da, Etopya da ,Somali de , milyonlarca insan bu kan emiciler in keyfi ve istekleri için ölüyor.

Ozon tabakası delinmiş, Eko sistem çökmek üzere, bir çok canlı türü,yeryüzünden silinip yok oluyor. Buzullar eriyor kutuplarda, dünyanın iklimi değişiyor. Ama kan emiciler hala aç gözlü. Hepsi bizim olsun diyorlar.

Ortadoğu da pis bir savaş var. Petrol bitinceye kadar bitmeyecek bir savaş. Ben Yahudileri severim ,kibar ve çalışkan insanlardır. Ama Yahudi devletini sevmiyorum. Sermayenin kanlı bekçiliğini yapıyorlar orta doğuda. Bir çok Kürt kökenli arkadaşım var. Anadolu nun sert havasını estirirler yüreklerinde. Hiçbir farkları yoktur, Türkmen Yörüklerinden. Her terör hadisesinde yok yere suçluluk hissederler, başları eğiktir önlerinde. Öyle Kürt analarını bilirim ki, çifte yanıktır yürekleri.Bir oğlu askerde ,diğeri kandırılıp dağa çıkmış.Biri terör’e diğeri devlete hizmet ediyor. Teröristin ruhu satılmıştır şeytana. Beşikteki kardeşini bile acımadan öldürür.
Ayağı çıplak midesi aç, dağdan dağa kaçarken,bilmez mi ki ,gözünü kan bürümüş kapitalizme hizmet ettiğini ?

Bayrağımı asarken gözlerim yaşlı, hep bunları düşündüm. Yahudi ve Kürt dostlarımı düşündüm. Dostluğumuzu paylaşırken,içimizdeki sevinci düşündüm. Ölen gömülen unutulan vatan evlatlarını düşündüm. Bölünemez dediğimiz bu güzel vatanımızın , kişisel menfaatleri için ,bazı insanlıktan uzak zihniyetteki mahlukatın,kirli emelleri için nasıl pazarlık masasına yatırıldığını düşündüm.

Boğazıma bir tıkanıklık geldi,yutkunamadım.Zapt edemediğim göz yaşlarım akarken,lanet okuyorum Teröre. O esnada avucumdan buğday yiyen kumrular kondu ,panjurun eşiğine.Ürkek ürkek bakıyorlar bana. Vahşi kuşlar bile ehlileşip, iletişim kurabiliyorsa bizlerle, nedir bu insanların derdi ? Nedir bu paylaşamadığımız ? Cenaze namazının sesi geliyor camiden. Bir fidanı daha gönderiyoruz son yolculuğuna. Sönmeyen bir ateş düştü babasının ocağına. Ne yazık ki şehitler ölüyor ve unutuluyor. İnşallah vatan bölünmez.
Dursun bu lanet Terör dursun akan kan.

Dr. Erdem CANKAYA

30 Eylül 2011 Cuma

ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE SÖYLEŞİ

İnsanlık tarihi boyunca mücadelesi verilen bir kavramdır özgürlük.Kelime karşıtlığı olarak , kişinin hiçbir kısıtlama ve şarta bağlı olmaksızın serbestçe davranabilme hakkına Özgürlük diyoruz. Kendi kendine hareket etme ,karar verme ve davranma gücüne sahip olan her canlıyada özgür diyoruz.
Özgürlüğün sınırı bir başka bireyin özgürlüğünün sınırına kadardır dediğimiz de,ise sınırlanan özgürlüğün varlığı tartışılır hale geliyor. Doğal yapının içinde de bu sınırlamaları hep İnsanlar eşit haklarla doğar dememize rağmen,güçlünün egemen olduğu toplumlarda ,özgürlüğün oluşmadığını görüyoruz .
En genel haliyle özgürlük bağlı ve bağımlı olmama dış etkenlerden bağımsız olma engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getirmektedir. Buna paralel başka bir gündelik tanımı insanın kendi kararlarını kendi istemine ve düşüncelerine göre belirleyebilmesi kendi seçimlerini kendi iradesiyle yapabilmesi olarak belirir. Burada özgürlük bir irade özgürlüğüdür

Siyasal ve toplumsal alanda özgürlük kavramı daha karmaşık ve çok-anlamlı tanımlar ve tartışmalar getirir beraberinde.

Özgürlüğün Evrimi
İnsan oğlu koloniler halinde yaşamaya başladığında,doğal afetler karşısında kalınca,onu koruyacak güçleri aramaya başladı. Yaşam korkusunun getirdiği,kuramlar zinciri,özgürlüğünü sınırlamanın yanı sıra,görünmeyen güce tapınma ile birlikte ,insan beyninde Tanrıyı yarattı.
Tanrı her şeye sahipti,en güçlüydü ve en özgürdü.İnsan Tanrının koruma kalkanı altında yaşam hakkını güvence altına alarak,özgürlük hakkından vazgeçiyordu. Çok tanrılı dinlerin olduğu uygarlıklarda,tanrı ile insan arasındaki iletişimi rahipler sağlıyordu. Dinsel sınıfın egemenliği ile birlikte,insanın özgürlüğündeki sınırlamalar artıyordu.

Özgür iradeyi,insanlarda,çeşitli eylem olanaklarından birini seçebilme veya belirli durumlarda doğal,toplumsal ve dinsel kısıtlamalardan bağımsız eylemde bulunabilme yetisi olarak tanımlayabiliriz.Özgür iradenin savunucuları,görüşlerini özgürlüğün öznel deneyimine, suçluluk duygusuna,vahiy dinlerine ve yasa,ödül, ceza, teşvik gibi kavramların temelindeki kişinin eylemlerinden sorumlu tutulması anlayışına dayandırırlar.

Belirlenimcilik ilkesini benimseyenler,özgür iradeyi yadsırlar.İlahiyatta özgür iradenin varlığı ile,Tanrının her şeye gücünün yetmesi,insanları kötü olanları seçmesinde serbest bırakan Tanrı’nın ,iyiliği ve övgüye değer her eylemin ön koşulu olan ilahi hayra anlayışının bağdaştırılması gerekir.

İnsanoğlu yazıyı keşfettikten sonra, toplumsal yapıda Özgürlük kavramı daha net şekillenerek,güçlünün zayıfı ezmesi için haklar kavramı ,ve özgürlüklerin sınırları belli oldu.Genelde çok tanrılı dinlerde rahipler,tek tanrılı vahiy dinlerinde de peygamberler aracılığı ve krallar sayesinde kuramlar yaratıldı. İlk olarak milattan 2050 yıl yani zamanımızdan 4060 yıl önce, UR KRALI Ur Nammu ‘ nun yasa kitabı çıktı. Fakat çok detaylı olarak MÖ: 1760 Akatça olarak yazılmış ,Hamurabi kanunları bunların en meşhurudur. Babil’in koruyucu tanrısı Marduk a ait Esagila tapınağında siyah bir taş üzerinde, 282 madde yazılı bir kanun vardır. Kral Hamurabi bu emirleri Güneş tanrısı Şamaş ın kendisine bizzat yazdırdığını söyliyerek, Tanrı gücünü kullanan ilk insan olmuştur.( Yani ilk büyük yalancı)

Özgürlükler zamanla ,korkaklarla cesurlar,güçlülerle zayıflar arasındaki dengelere göre şekillenmiş,zaman zaman tanrı buyrukları,zaman zaman müstebitlerin istekleri doğrultusunda kişilerin hak ve özgürlükleri sınırlandırılmıştır. Tarihi süreç içinde en fazla özgürlükleri kısıtlananlar ise KADINLAR olmuştur. İnsanlık tarihinin başında erkekle eşit haklara sahip olan kadınlar,giderek bu haklarını yitirip,erkeğin malı veya kölesi durumuna düşmüş, Tek Tanrılı Vahiy dinlerinde ,peygamberler ve onlara ait kitaplarda kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik,tanrı buyruğu olarak yer almıştır.

Büyük Roma İmparatorluğu döneminde ilk kez ,özgürlük kavramı tartışılır olmuş, sınıflara ayrılmış insan toplulukları (Yönetici asil Romalılar,roma halkı,sömürge insanları ve kölelerin) hak ve hukukunu yani ÖZGÜRLÜK SINIRLARINI çizen yasalar çıkarılmıştır.
İstanbul ‘un işgali ile birlikte, nüfusu kırılan gücü azalan PAPALIK karşısında Hıristiyan aleminde, özellikle inanç özgürlüğü konusundaki istemler, Ruhban sınıfının ve Aristokrasinin gücünün Burjuva ve halk karşısında azalmasına neden olmuş, Fransız ihtilali ile birlikte,haklar ve özgürlükler, güçlü ile güçsüzler arasında dengelenmeye gitmiştir.Fransız ihtilalinin ünlü düşünürlerinden Jean Jacques Roussaeu (1712 – 1778 )“ÖZGÜR İNSAN HER YERDE ZİNCİRE VURULMUŞTUR” diyerek Özgürlük kavramının sınırlarını yok denecek kadar tanımlamıştır. Empirist İngiliz Filozofu John Locke (1632 – 1704) “Her insan 2 hakka sahip olarak dünyaya gelir. Birincisi ,başka insanların üzerinde hiçbir gücünün söz hakkı olmayacağı özgürlük hakkıdır,İkincisi ise mülkiyet hakkıdır” tanımlamasını yapmıştır.

Aydınlanmacılık ile beraber özgürlük felsefi ve toplumsal bir ilke olarak formüle edilmeye girişildi. Modernizm başlangıcından itibaren mutlak bir özgürlük talebi ve iddeası olarak ortaya konulmuştur.
İstenç özgürlüğü irade özgürlüğü ifade özgürlüğü düşünce özgürlüğü bireysel özgürlük toplumsal özgürlük ve benzeri kavram ve kategoriler felsefi Özgürlük nosyonu başlığı altında tartışılıp değerlendirilen ve siyasal içerimleri de olan birkaç önemli kavramdır.Özgürlükleri Siyasi özgürlükler ve Felsefi özgürlükler adı altında 2 ana başlıkta sınıflayabiliriz.

Sanayileşme ile birlikte, batı uygarlığında emekçi sınıfının oluşmasıyla, SERMAYE ve EMEK arasında dengenin kurulmaya çalışılması ile birlikte,özgürlüklerin gelişmesinde büyük gelişmeler olmuştur. Büyük Burjuva ve Aristokrasinin zayıflatılması ve demokrasinin yerleşmeye başlaması ile birlikte, Laik düşüncenin ışığı altında yapılan seçimler sonucu, özellikle ; Düşünce Özgürlüğü, İfade Özgürlüğü, İrade ve İstenç özgürlüğü açısından bir hayli mesafe alınmıştır. Serbest irade ile yapılan seçimler sonucu,oluşan parlamentolarda çıkarılan yasalar , insanlar arasında eşit özgürlüklerin oluşmasına neden olmuştur.

Ancak bilimden uzaklaşan topluluklarda ; filosof Friedrich Nietzsche şu an ülkemizdeki tabloyu açık tarif edecek şekilde, geçerli çok güzel bir saptama yapmıştır. “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır.Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!"

Bilimin önde olduğu,İnsan haklarının değerli olduğu ülkelerde,Özgürlüğün 3 temel dayanağı vardır. Bilime verilen değer, Laik düşünce sistemi ve Gerçek Demokrasidir.

Özgürlük hakkında yazılacak ve söylenecek çok sözler var. İlerde siyasi ve felsefi özgürlükleri filozofların ve ülkesine hizmet etmiş gerçek devlet adamlarının dilinden tartışarak ve anlatarak ,bu yazının devamını getirebiliriz.

Özgürlüğün esiri olmuş beynimin, şimdilik dile getibildikleri bu kadar. Esen kalınız.

Dr. Erdem CANKAYA