30 Aralık 2010 Perşembe

YENİ YIL

YENİ BİR YILA GİRERKEN

Her bir yeni yıla  ayrı bir heyecanla başlarız. Genç iken bir ayrı çoşku ile karşılarız yeni yılı.
 Beklentilerimiz vardır gelecek günlerden. Gönül tarlamıza umut tohumlarını serperiz.
 Yıllar yılları kovalar ve hiç fark etmeden  bir de bakmışız ki saçlarımız ağarmış ve yaşlanmışız.
Eski yıllara özlemimiz artmaya başlar. Geçtiğimiz yollarda yitirdiğimiz dostlarla  canlanır anılarımız.
Yapmak isteyip de yapamadıklarımızın sayısı ; severek ve isteyerek yaptıklarımızdan az ise , kazandığımız gönüller fazla ,üzdüğümüz dostlar az ise,yaşlanmanın ayrı bir keyfi vardır.
Harman günü gibidir, yaşlılık günlerimiz.
Her geçen yıl ,ecelin elimizden alıp götürdüğü sevgili dostlarımızın sayısı arttıkça, yerine yeni dostlar kazanabiliyorsak, aklanan saçlarımıza rağmen,yaşlansak da gençliğimizi koruyoruz demektir.

Yeni yıl’a girerken ,tüm dostlarıma sağlık ve mutluluklar dilerim.
Güle güle  2010 . Hoş geldin 2011

Dr. Erdem CANKAYA

25 Aralık 2010 Cumartesi

İsmet İNÖNÜ

İSMET PAŞA

Bu gün 25  Aralık 2010.İsmet paşanın ölüm yıldönümü. Cumhuriyetimizin kurucu büyüklerinden,büyük Atatürk ‘ün en yakın arkadaşı,2 ci Cumhurbaşkanımızın ölümünün 37 ci yıl dönümü.

Geçen yıl yazdığım anıyı tekrar paylaşmak istedim.
Dr. Erdem CANKAYA

Bu gün 25 Aralık 2009.Benim için çok özelliği olan birgün. Rahmetli babam müthiş bir İsmet paşa hayran idi.Babamın yanında kimse İsmet paşa aleyhine konuşamazdı.Hele birisi buna cesaret etmeye yeltensin.Kelimenin tam anlamı ile o kişiye haddini bildirirdi.Bu derece İsmet paşaya hayran bir tarih öğretmeninin çocuğu olarak,İsmetpaşa ile anılarımın olmaması imkansız.
         İlk anm 1954 senesinde. 5 yaşında bir çocuktum. Ödemişte oturuyorduk o zamanlar. Havuzlu parkın karşısında Ahçı Osman’ ın kiracısı idik. Tipik Ege Rum Mimarisinin örneklerinden biri olan 2 katlı bir evdi. Genelde üs katta 3 odanın açıldığı sofada otururduk. Arka bahçe ve terasa bakan kısımda etrafı nar gibi kızaran bir odun sobamız vardı.Caddeye bakan kısıımdada Balkon vardı.Balkon kapısının 2 tarafında  birer tahta kerevet ,kerevetlerden birinin üzerindede İstasyon camı kırılmış “AGA” marka bir radyomuz vardı.Akşam yemeğinden sonra kerevette oturup Radyodan haberleri dinleyen babama bir türlü rahat vermezdim.Ya güreşmek isterdim yada defalarca dinlediğim anılarını tekrar anlatmasını.En çok ta hoşuma giden Yunan işgali esnasında dağlara kaçış hikayelerini dinlemekti. Babam 1914 doğumlu idi. Yani kurtuluş savaşı başladığında 5 yaşında bir çocuk.Tamda benim yaşıma denk gelen yaş. Pazar günleri babamn bana ve ablalarıma ayırdığı gündü.Mutlaka bir etkinlik olurdu. Bir  Pazar günü sabahı babam evde yoktu. Anneme babamı sordum,”Sandık Başında görevli” bu gün babanı göremiyeceksin dedi.Bütün gün evde merakla Babamı bekledim. Uyuyakalmışım. Geç saatte babamın sesi ile uyandım. Anneme hararetle bir şeyler anlatıyordu ,yataktan fırladığm gibi gittim kucağına oturdum.Babam ağlıyordu. ”Nankörler” diyordu.O kelimeyi ilk defa duymuştum. Ne olduğunu sordum .Kendisine iyilik yapan birisine kötülük yapmak olduğunu öğrendim.Babamın ağlaması beni çok etkiledi,etim kızgın sobaya değmiş gibi avazım çıktığı kadar bağıra bağıra bende ağlamaya başladım.Meğerse babamın Sandık kurulu başkanlığı yaptığı sandıkta Demokrat Parti oyların tamamını almış.CHP ye sandıktan çıkan tek oyda babamın oyu imiş. Seçimden 2 gün sonra gece vakti,evimizin önünden bir sürü insan gürültü ile geçiyorlardı ve birde tabut taşıyorlardı.Babam ve annemle birlikte bende balkona çıkmıştım.Babam  kalabalığa “UTANIN “ diye birkaç defa bağırdı.Annem hıçkırıklar içinde babamı balkondan içeri çekmeğe uğraşıyordu. Sonradan öğrendimki  taşınan temsili tabut İsmet paşaya aitmiş.O günden sonra ben de İsmet Paşacı idim. Nerede bir kalabalık görsem “YAŞASIN İSMET PAŞA” diye bağırmayı adet haline getirmiştim. Malum ya armut dibine düşermiş.
         27 Mayıs 1960 darbesinde sevincim sonsuz olmuştu. O zamanlar Manisada idik. Babam o yaz bizi İstanbula gezmeye götürdü.Annem İstanbullu olduğu için annemin tüm akrabaları İstanbulda idiler. Otel problemimiz olmadığı için uzun süre İstanbulda kalabiliyorduk. Babam nasıl becerdi o tarafını bilmiyorum.Heybeli adada İsmet paşayı ziyaret için babam randevu almış. 3 kişilik bir öğretmen aile dostumuzla birlikte bizim 5 kişilik aile Heybeliadaya gittik.Temiz kıyafetlerim kirlenmesin diye  Vapurda çivilenmiş gibi oturmaya mecbur edildim.Faytonla İsmet Paşanın evine gittiğimizde  biraz bekletildikten sonra içeri alındık. 11 yaşındaki bir çocuk için Muhteşem bir gün. Ülkeyi kurtaran 2.ci büyükkahramanı bizzat görüp elini öpebilmek.Mevhibe hanımın ikram ettiği 2.ci lokumu almaktan duyduğum utancım da hala aklımda.
         Sene 1966 idi.Galatasaraydaki Mısırlı Hanın 2.ci katı İSTANBULSPOR klübünün lokali idi.Babam  İstanbul Erkek Lisesinden bir öğretmen arkadaşı kanalı ile arada o lokale gider,Briç oynardı.Bende arada gider onların oyununu seyrederdim.Çok küçük yaşta öğrendiğim brici ustalar oynarken seyretmek bana muhteşem keyif verirdi..İsmet Paşanın Dünürü, Erdal İnönünün kayınpederi Armatör Ali Sohtorik bey İstanbulsporun başkanı idi. Arada babamın da dahil olduğu masada briç oynardı. Bir gün yine çekişmeli bir oyunu ,seyrederken İsmet Paşanın Dünürü ile birlikte briç oynamağa geleceğini duyduk.Bir süre sonra Ali bey ve Paşa geldiler. Kare kuruldu  oyun başladı.İki dünür ortak idiler.Karşılarındada klübün en iyi 2 briççisi vardı. Paşayı yenmemek için oyunculardan biri bilerek hata yapınca,İsmetpaşa birden sinirlendi. Oyuncuları öyle bir haşladıki ben bile korktum. Ama o gece İsmet paşaya yakın oturup onun bric oynamasına şahit olmak unutulacak bir anı değildi.
         Ortanın solu harekatının Türkiyenin gündemine bomba gibi düşmesi,o günkü siyasal yapının bir silkinme harekatı idi.Bülent Ecevit in genel sekreterliği ,gençler içinde  CHP yi cazibeli hale getirmişti.1967 senesinde 18 yaşımı doldurduğum gün Partiye üye olmak için gittim.500 civarındaki bir grup genç Gençlik kolu İl başkanı Acar San ve Genel Sekreter Bülent Ecevit in imzası ile partiye törenle katıldık.İlk Kongredede eski yapının devamı olan İlçe Gençlik kolunu devirerek,Fatih ilçe gençlik kolunu Ecevitçiler olarak kazandık.Hiç unutmuyorum o günü. Tam sandıklar açılıp sayım başlamıştıki,Meşhur Sakarya depremi İstanbulu da bayağı kötü salladı.Herkes seçimi unutup,sokağa fırladı. Ama 2 arkadaşımla ben oylarımıza halel gelmesin diye,sandık başını terk etmedik.Seçimden 3 hafta sonrada Heybeli Adaya gelen İsmet paşadan Randevu alarak ziyaretine gittik.Bizler için muhteşem bir gündü.O gün İsmet Paşa ile çektirdiğimiz grup fotoğrafı hala muayenehanemin baş köşesinde asıl durur.Hiç aklımıza gelirmiydiki 5 yıl sonra Ecevit in yanında saf tutup,İsmet paşaya muhalif olacağımız.
         1972 Kurultayına gitme hazırlğında idim.Babamdan para istedim. “Sen paşaya ihanete gidiyorsun yok sana para mara” dedi.Yıllar sonra babamla ayni parti fakat farklı saflardaydık.Ayni şeyi 1987 de de yaşadık. Ben DSP den Milletvekili adayı idim.Babam ve annem Erdal İnönü nedeni ile oylarını SHP ye verdiler.Baba-oğul çekişmelerimiz bazen kırıcı olacak noktaya ulaşırdı.Tabii aile töremizin gereği,sonuçta ben susma durumunda kalırdım. Kurultay sonrası Ankaradan büyük bir sevinçle döndük.Haklı olduğumuzu Babama ispat etmiş olmanın sevinci içindeydim. İsmet paşa CHP genel başkanlığını Ecevite bırakmıştı. Biz kazanmıştık. O gece sofrada  ben ne kadar gayret etsemde babamı politik sohbete çekemedim.Herhalde biraz fazla üstüne gitmiş olacağımki,sofradan kalktı, Kütüphanenin üzerindeki gümüş çerçeveli İsmetpaşanın babama imzalıyıp verdiği Fotoğrafını aldı ve anneme “Bak Saadet ben öldükten sonra bu fotoğrafı katiyen yerinden indirmeyeceksin ve katiyen bu oğlana vermiyeceksin” dedi. Babamı ağlarken bir kez daha görmüştüm.Benim sevincim onun kederi olmuştu. Benimde hayatımda sevincimden dolayı ilk utandığım an o gündü.
         25 Aralık 1973 günü İsmet Paşa Hakkın Rahmetine kavuştu.Ailece hüngüre hüngüre ağladık.Ağlamaktan gözlerimiz kan çanağına döndü.Ben ayrıca kalp hastası olan babamın üzüntü ve heyecandan kriz geçirmesindende korkuyordum.      İsmet paşaya karşı Muhalif grup içinde olmama rağmen,Paşanın ölümü  belki babamdan çok beni etkiledi.Acaba kurultayı kaybetmeseydi daha yaşarmıydı ,diye düşünüp,azıcık olsa kendimi suçlu hissettim.Zira İsmet Paşanın ileri yaşına rağmen dirayetle ve büyük bir enerji ile yürüttüğü görevinden dolayı zaman zaman onun fani olduğunu unutur,daha en az 40-50 sene daha yaşar diye düşünürdük.Sanki ölümü beklenmedik bir erken ölümdü.
         Babam ölünceye kadar,her sene 25 Aralık gününde babama taziyette bulunmayı adet haline getirdim.Tarih öğretmeni olarak,belgelere dayanan anekdotları bizlere aktarmayı çok severdi.Genç Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden biri olan babamla hep gurur duymuşumdur.
         3 gün önce bir arkadaşımdan CHP il teşkilatının ,25 Aralık günü Maçkada İsmet Paşanın Anıtı önünde anma toplantsı düzenleyeceğini öğrenince,geçmiş gözümden bir şerit gibi geçti,ve çok önemli işlerimi erteleyerek sabah 11 de başlıyacak tören için saat 10 da Maçkada idim.O saatte kimsecikler yoktu. Acaba yanlış mı anladım diye tereddüte düşmüşken,partiden gözümün ısırdığı bazı kişileri görünce  onlara sordum. Doğru teyidini alınca sevindim.İçimden CHP il başkanı Buraya binlerce CHP liyi yığar,ve bu günlerde çok ihtiyacımız olan morali buluruz diye düşündüm.Ama ne yazıkki çok yanılmışım.Törene gelenlerin sayısı 100 kişiyi bile bulmadı.Aklımda İsmet Paşa ve babamla olan anılarım,gözpınarlarımda aktım akacam diyen göz yaşları ile tören alanından ayrlırken; neden bu günlere geldiğimizin cevabını bir kez daha aldım.
         Kahramanlarına ve tarihine sahip çıkmayan ulusların varlıklarını yitirmeleri çok daha kolay olur.Söylemek çok acıda olsa biz millet olarak bu hasletimizi  kaybetmişiz.

19 Aralık 2010 Pazar

HARRA GÜRRE ve MÜLAYİM' in ÇİFTESİ

HARRA GÜRRE ve MÜLAYİM’ in ÇİFTESİ

İnternete düşen bir kasetten sonra, yaşantımızda ne kadar çok değişiklik olduğunu düşünürsek, CHP ye gönül vermiş insanların ,en çok adrenalin salgıladığı yıl herhalde 2010 olarak tarihteki yerini alacaktır.

Devleti kurmuş olan partinin  “İNADINA” nidaları ile;  Genel Başkanlık koltuğunu bırakmayan yıllanmış lideri, “bir yenilgi değil, mücadele etme “  gerekçesi ile bir gece ansızın istifa ediverdi. Geleceğini lideri ile garantiye alan bir sürü siyaset erbabı da, “GİTME SEN YAR BAŞIMIZDA KAL”           politik söylemi ile liderlerinin evinin bahçesinde çadırlar kurdular. Mizansen harika idi. Geleceğini Lidere bağlamış Siyaset erbabı, kurultaya dahi katılmayacak olan Lider’i tekrar aday göstererek ,mecburi göreve davet edeceklerdi.

Ama ne oldu ise , yetkilerinin kısıtlanmasını kabullenemeyen Genel Sekreter, ilerde istediğini yaptırmak üzere Mülayim bir  zat-ı muhteremi emaneten Genel Başkanlık koltuğuna oturtuverdi.

Emaneten zannettikleri insanın, o mülayim edası içinde ne derece sert ceviz olduğunu,beyninin içinde 40 tane tilkinin kuyruğunu birbirine değdirmeden gezdirecek kadar ,ne kadar zeki biri olduğunu bilmiyorlardı.

18 Aralık Kurultayın da ,daha bir yılını doldurmadan, lider olduğunu ispatladı Kemal Kılıçdaroğlu.

KIRAL ÖLDÜ ,YAŞASIN YENİ KIRAL

41 vaatle, seçim start ı alan örgüt,belki de son senelerin en şölensel kurultayını yaşadı. Bu kurultayda diğerlerinden farklı olarak,benim dikkatimi çeken , yorumlayabileceğim gözlemlerim var.
Şöyle sıralayabiliriz ;
          1-Sayın genel başkanın “Korku imparatorluğunu yıktık, lider sultasını kaldırdık, parti içi demokrasiyi tam anlamı ile uygulayacağız” vaadi.
Bu demektir ki, siyasette  emek verenler, görev almada önceliklidir. Yalakalık dönemi son bulmuştur. Halkı kandırmadan  ,halk katına ulaşmayı becerebilenler, halktan aldıkları güç ile,yönetimde söz hakkı sahibi olacaklardır.
       
          2- Kurultay salonundaki Deniz Gezmiş ve Che’ li afiş.
Bu demektir ki ; biz geçmişimizde Devrimci gençlere yeteri kadar sahip çıkamadık. Bu resim in asılması ile özür diliyor ve Partinin köklerinde olan  Devrimci zihniyete uygun tüm sol devrimcilere kapımızı sonuna kadar açıyoruz.
        3- Parti meclisi listesindeki Gençlerin eskisine göre daha çok olması ,
Atatürk’ ün  ülkeyi emanet ettiği gençlerin, Atatürk ‘ün partisine de sahip çıkacağına olan inanç. Birikimli ve Çağdaş gençler sayesinde ,iktidar kapısının zorlanacağına duyulan güven.

         4- Partinin 2 ci adamı pozisyonuna giren GÜRSEL TEKİN ‘e  çok düşük oy çıkması  ile ; delege diyorki :
Seni çok seviyoruz Kılıçdaroğlu . Ama bu seninde belirttiğin gibi biz partinin kurultay delegeleri, kapı kulu askerleri değiliz. Sen önermiş dahi olsan,sana olan sevgi ve saygımıza rağmen “parti geçmişinde aklanmaya yönelik hakkında  söylentiler olan,il başkanlığı döneminde antidemokratik olarak ilçeleri görevden alan,yerel yönetim seçimlerinde kara çarşaflıya parti rozeti takarak,Laiklik ölçütlerinden taviz veren” bir partilimize biz senin kadar güvenmiyoruz mesajı var.

Eğer benim naçizane olarak dikkatimi çeken bu gözlemlerim,mesajların ulaştırılmak istendikleri adreslere doğru gidip de; dikkate alındığını hep beraber izleyebilirsek, oy oranımızın arttığına ve başarı çıtamızın yükseldiğine hep beraber şahit olacağız.

Dr.Erdem Cankaya


HARRA GÜRRE ve MÜLAYİM 'in ÇİFTESİ

HARRA GÜRRE ve MÜLAYİM’ in ÇİFTESİ

İnternete düşen bir kasetten sonra, yaşantımızda ne kadar çok değişiklik olduğunu düşünürsek, CHP ye gönül vermiş insanların ,en çok adrenalin salgıladığı yıl herhalde 2010 olarak tarihteki yerini alacaktır.

Devleti kurmuş olan partinin  “İNADINA” nidaları ile;  Genel Başkanlık koltuğunu bırakmayan yıllanmış lideri, “bir yenilgi değil, mücadele etme “  gerekçesi ile bir gece ansızın istifa ediverdi. Geleceğini lideri ile garantiye alan bir sürü siyaset erbabı da, “GİTME SEN YAR BAŞIMIZDA KAL”           politik söylemi ile liderlerinin evinin bahçesinde çadırlar kurdular. Mizansen harika idi. Geleceğini Lidere bağlamış Siyaset erbabı, kurultaya dahi katılmayacak olan Lider’i tekrar aday göstererek ,mecburi göreve davet edeceklerdi.

Ama ne oldu ise , yetkilerinin kısıtlanmasını kabullenemeyen Genel Sekreter, ilerde istediğini yaptırmak üzere Mülayim bir  zat-ı muhteremi emaneten Genel Başkanlık koltuğuna oturtuverdi.

Emaneten zannettikleri insanın, o mülayim edası içinde ne derece sert ceviz olduğunu,beyninin içinde 40 tane tilkinin kuyruğunu birbirine değdirmeden gezdirecek kadar ,ne kadar zeki biri olduğunu bilmiyorlardı.

18 Aralık Kurultayın da ,daha bir yılını doldurmadan, lider olduğunu ispatladı Kemal Kılıçdaroğlu.

KIRAL ÖLDÜ ,YAŞASIN YENİ KIRAL

41 vaatle, seçim start ı alan örgüt,belki de son senelerin en şölensel kurultayını yaşadı. Bu kurultayda diğerlerinden farklı olarak,benim dikkatimi çeken , yorumlayabileceğim gözlemlerim var.
Şöyle sıralayabiliriz ;
          1-Sayın genel başkanın “Korku imparatorluğunu yıktık, lider sultasını kaldırdık, parti içi demokrasiyi tam anlamı ile uygulayacağız” vaadi.
Bu demektir ki, siyasette  emek verenler, görev almada önceliklidir. Yalakalık dönemi son bulmuştur. Halkı kandırmadan  ,halk katına ulaşmayı becerebilenler, halktan aldıkları güç ile,yönetimde söz hakkı sahibi olacaklardır.
       
          2- Kurultay salonundaki Deniz Gezmiş ve Che’ li afiş.
Bu demektir ki ; biz geçmişimizde Devrimci gençlere yeteri kadar sahip çıkamadık. Bu resim in asılması ile özür diliyor ve Partinin köklerinde olan  Devrimci zihniyete uygun tüm sol devrimcilere kapımızı sonuna kadar açıyoruz.
        3- Parti meclisi listesindeki Gençlerin eskisine göre daha çok olması ,
Atatürk’ ün  ülkeyi emanet ettiği gençlerin, Atatürk ‘ün partisine de sahip çıkacağına olan inanç. Birikimli ve Çağdaş gençler sayesinde ,iktidar kapısının zorlanacağına duyulan güven.

         4- Partinin 2 ci adamı pozisyonuna giren GÜRSEL TEKİN ‘e  çok düşük oy çıkması  ile ; delege diyorki :
Seni çok seviyoruz Kılıçdaroğlu . Ama bu seninde belirttiğin gibi biz partinin kurultay delegeleri, kapı kulu askerleri değiliz. Sen önermiş dahi olsan,sana olan sevgi ve saygımıza rağmen “parti geçmişinde aklanmaya yönelik hakkında  söylentiler olan,il başkanlığı döneminde antidemokratik olarak ilçeleri görevden alan,yerel yönetim seçimlerinde kara çarşaflıya parti rozeti takarak,Laiklik ölçütlerinden taviz veren” bir partilimize biz senin kadar güvenmiyoruz mesajı var.

Eğer benim naçizane olarak dikkatimi çeken bu gözlemlerim,mesajların ulaştırılmak istendikleri adreslere doğru gidip de; dikkate alındığını hep beraber izleyebilirsek, oy oranımızın arttığına ve başarı çıtamızın yükseldiğine hep beraber şahit olacağız.

Dr.Erdem Cankaya

16 Aralık 2010 Perşembe

15 Aralık 2010 Çarşamba

KÜLÜN ALTINDAKİ ATEŞ

KÜLÜN ALTINDAKİ ATEŞ

Dün 14 cüsünü yaptığımız  “Sofra Sohbeti” nin tadı hala damağımda. Ateş ‘in canlanması hem yüreklerimizi ısıttı, hem de beyinlerimizi yeniden aydınlatmaya başladı. Her bir toplantı bir öncekinden daha da güzel oluyor. Bu benim kişisel görüşüm tabii. Geçmişin galerilerinden gelip,geleceğin aydınlığı olacak,pırıl pırıl ,insanların ,saygı içinde değişik düşünceleri hoşgörü ile tartışmaları beni çok fazla mutlu etti. Git gide kötüye giden ülkemizde ; aydınlık yüzleri ve aydınlık düşünceleri ile  ideal ve doğrularını ortaya koyan dostlar meclisi,içimdeki karamsarlığın,umuda dönüşmesine vesile oldu. Beni son aylarda çok yoran sağlık problemlerim dahi ,sofranın ateşinde bir an yok oldu sanki.

Önümüzde ülkemizin kaderini tayin edilecek bir KURULTAY var.Kişisel tarihim’ de
Önemli bir nokta olacak bu kurultaya çok katılmak istiyordum.Sağlık sorunlarım nedeni ile katılamamak bana hüzün verse de ;çok sevdiğim Ateş grubu dost ve arkadaşlarımın çoğunun bu kurultayda olacağı içimdeki burukluğu yok edecek. Kurultay esnasında empati sayesinde onlarla birlikte bu kurultayı yaşayacağımı hissediyorum.
Sofrada olan kurultay delegesi olan ,sevgili dostumun, “seçim ister çarşaf ister blok liste ile yapılsın, gözümüz genel başkanda olacak ve o kimleri istiyorsa ,onlar seçilecek sözü”   içimi o kadar çok rahatlattıki, dün gecenin balı kaymağı,bence bu sözlerdi.Kendisine hepinizin huzurunda teşekkür ediyorum.

Aramıza yeni katılan eski bir Cengaver’in “Ben Allahtan başka her şeyi sorgularım,hiçbir güç benim özgür irademi kısıtlıyamaz” sözleri tahmin ederim benim gibi bir çok arkadaşın yüreğindeki küllenmiş cesareti yine alevlendirmiştir.

Genç Ekonomist kardeşimizin ,işsizlik  ve konut sorunu hakkındaki konuşmasının herkesin anlıyabileceği bir dilde olması,gerek yazıları gerek sofradaki hazırlıklı konuşmaları ve örnek olacak disiplini ile,genç meslektaşımın katkıları, aydınlanmanın sofrasında öyle bir estiki, KÜLÜN ALTINDAKİ ATEŞ, yeniden yalım yalım alevlerini gösterdi.

Çocukluğundan beri tanıdığım sol’un onurlu devrimcisi çok değerli kardeşim’in bizlere yapacağı katkı ve hele hele 79 yaşındaki Kayınpederi Köy enistütüsü mezunu Devrimin yetiştirdiği öğretmenin yaptığı etkili ve içten konuşma,paslanmış kulaklarımda bir devrim türküsüydü sanki.

Mustafa  Kemalin başlattığı yolda,Ulus devletin bütünlüğünü,Yurtta Barış ve kardeşliği sağlıyarak,vatanımız dediğimiz bu güzel ülkeyi ,yeniden Aydınlık Devriminin Ateşi ile aydınlatacak ve muasır medeniyetin seviyesine taşıyacak
Kılıçdaroğlu Kemal ‘e KURULTAYDA başarılar diliyorum.Bu davada onun yanında yer alan  Tüm Aydınlamacı dostlarıma sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.
Bu sözler bizden sonraki nesillerinde marşı olacaktır ;
DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ,YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR……

Dr. Erdem Cankaya



5 Aralık 2010 Pazar

AKP 'NİN SAĞLIK POLİTİKASI

Adını Koyamadığım Parti nin  Sağlık Politikası,
Bölüm 1 – DAVULUN SESİ
İşyeri hekimliği yaptığım fabrikada, referandum sonrası %58 evet çıkması işçiler arasında tartışılıyordu. Ben de konuşmalara kulak misafiri oldum. Bazı işçiler iktidarı eleştiriyor ve hayır oyu kullandıklarını söylüyorlardı.Referandum da evet kullanan işçiler, evetlerine gerekçe olarak İktidar partisi sayesinde sağlık hizmetlerinin güzelleştiği yönünde iddealar ortaya attılar. “Artık hastanelerde uzun kuyruklar beklemediklerini ,ilaçlarını istedikleri eczaneden aldıklarını vs vs. söyleyerek memnuniyetlerini dile getiriyorlardı.
Bölüm 2 – DOKTOR’ UN  ÇIĞLIĞI,
Uzun süre yasalaşmasını beklediğimiz “Aile Hekimliği Yasası” olgunlaşıp batı standartlarına paralel yasalaşamadan, pilot uygulama olarak İstanbul dada başlatıldı. Sağlık ocağı hekimleri 10 günlük bir kursa tabi tutularak “AİLE HEKİMİ “ ünvanı aldılar. (özel Not : Bendenizde bu kursa gidip ayni ünvanı hakkettim ama hükümete güvenmeyip görev sözleşmesi yapmadım.) Devlet memurluğundan istifa ettirilerek,özel sözleşmeler imzalatılarak, daha önce maaşla devlet güvencesi altında çalıştıkları sağlık ocaklarında,kira ödeyen,personel maaşlarını ,elektrik ,su, telefon  vs. vs giderleri ödeyen vergi mükellefi oldular. 3500 kişinin sağlığından sorunlu Ünvanlı hekim olmanın keyfi içinde günde 70 civarı hastaya ücretsiz  bakan  özel hekim olma olanağına kavuştular. Ama ne yazık ki devlet öyle esnek sözleşme hükümleri ile doktorları bağladı ki; yoruma açık sözleşme hükümlerini sadece sağlık bakanlığı yorumlayarak, doktorlara “DURMAK YOK, YOLA DEVAM “ dedi. Sevgili meslektaşlarım haksızlıklara direnebilmek ,yanlışları düzeltebilmek için,birlikten güç doğar efsanesi içinde İstanbul da “ İSTAHED “i (İstanbul Aile Hekimleri Derneği) kurdular. Bu derneğin mail grubu içindeyim ve maillerden birkaç örneği COPY-PASTE ederek bilgilerinize sunacağım.
1.ci mektup
"a.kadir ışık" <isikakdogan@hotmail.com> Dec 05 12:51AM +0200 ^
Danışmadan tlf ile benim bir hastamın annesi ısrarla oğlu gelmeden
raporlu ilacını yazdırmak istediği söylendi. kabul etmedim rapurluda olsa gelmeli deyip tlfonu kapattım. ve tekrar tlf geldi. bayan oğlum gelemez diyomuş. gelmeden olmaz deyip yine tlfnu kapattım.bir hastayı muayene edrken poliklinik kapımda bir gürültü.çocuklar yaramazlık yapıyor deyip muayeneye devam ettim. bu sefer kapım tekmelendi içeriye biri geldi.üstüme doğru gelip içerde napıyorsunuz.beklemek zorunda değilim. ilaçlarımı çabuk yaz gidecem dedi.kısaca bende durumu izah ettim.etrafı yumruklayıp bana doğru yürümeye başladı.(tabi bende şaşkınlık içindeyim) yumğuğu bana sallayacaktı ki  annesi araya girdi ama adamın duracağı yoktu annesini iteleye iteleye bana kadar geldi.hemen tedbirimi aldım .kendimi savunmak.neyseki annesi onu dışarı çıkardı. o sırada 155i aradım ekip gönderiyoruz dediler.ben polisi beklerken hasta çıkıp gitmişti. tekrar bir tlf geldi ve adamın hızla yukarı çıktığı söylendi. kapıyı kilitledim ve polisi ekibini belklemeye başladım. O an güvenliğimiz tehlikedeyken polisler neden zahmet edip gelmediler merak ediyom doğrusu.(N0T; benim eklememem :Polisler o sırada gösteri yapan gençlere biber gazımı sıkıyordu) bu hasta psikiyatriden raporluymuş. 42 yaşında olan bu kadar tehlikeli bir hasta neden hastanede  değilmiş merak ediyom doğrusu tedbir olarak biz hekimler yanımızda biber gazı ve beyzbol sopası mı bulunduralım.(fena olmaz dimi)
34.39.056
Not : Mektup aynen kopyalanmıştır,imla hatalarından sorumlu değilim.
2ci mektup
Murat Unal <unamurat@yahoo.com> Dec 04 12:01AM -0800 BBBBBBBBB


Ayşegül, çok geçmiş olsun. :(

Engin hocam, hukuk grubumuzdan rica edelim; bir ara boş bir vakitlerinde bu işlerin içinde olan hukuçuların görüşlerini alarak, bu tür durumlarda uygulanacak prosedürün bir yol haritasını çıkartsalar. Zira bir aylık ASM deneyimimde gördüm ki, çalışan tüm sağlık personeli sürekli potansiyel bir taciz ve gizli/açık tehdit altında iş yapıyor.
(Benim notum: Doktorun can güvenliği hiç önemli değil. Nasıl olsa doktorlar HÜDA-İ NABİT. Arada dayak yeseler ne zararı olur ? Önemli olan komşu teyzenin ilacını doktora zorla yazdıracak vatandaşın seçimdeki oyu. Bir aralık boş vakitleri olursa hukukçular ilgileniversin.)
Nelerin taciz, tehdit, sözlü veya fiili saldırı sayılacağı; her durumda idari ve adli olarak nelerin yapılması gerektiği konusunda - bu tür süreçler konusunda tecrübeli - hukukçuların çıkartacağı bir şablon olsa ve bizler de ona göre hareket etsek güzel olur.
Ayrıca - ne dersiniz bilmem - ama; nasıl ki bir süre sonra malpraktis davaları artacak ve bazı kesimlere bir kazanç kapısı açılacak gibi görünüyorsa; dernek olarak biz de öbür tarafından yola çıkabiliriz. Yani birkaç hukuk bürosu ile anlaşma yapalım; bu tür tacizleri rutin olarak dava sürecine taşıtalım. Dava konusu sık olarak tazminat alınabilecekse, hem hukuk bürolarının kazancı olur, hem biz maruz kaldığımız kötü muamele için tazminat almış oluruz, hem de çok da uzun olmayan bir süre içinde bu tür saldırılardan kurtuluruz.

Selamlar, sevgiler.

Uz.Dr. K.Murat ÜNALMIŞ
34.23.020
İstanbul Aile Hekimliği Derneği
Kurucu Üye
İSTAHED     

Bölüm 3 : İLAÇ TAKİ  SOYGUN

Bizi yönetenler öğünüyorlar, yıllarca çözümlenemeyen sağlık sorunlarını çözdük diye. “DOKTOR BEDAVA –İLAÇ BEDAVA ,HASTANE KUYRUKLARI SON BULDU” diyorlar.BEN bu iddeaya  karşı kocaman bir “NAHH” diyorum.
Nedenmi?
Eczaneye gittiğinizde eczacı size ilaçları verdikten sonra ,sizden fark parası adı altında  bir miktar para isteyecek. Meraklanıp sorarsanız Orijinal ilaçla muadili ilaç arasında ki fiyat farkı olduğunu öğreneceksiniz. Ham maddeleri ayni olmasına rağmen Orjinalle muadili arasında  %40 lara varan fiyat farkının ,orijinal ilacın sahibinin size attığı kazık zannedeceksiniz. Devlet haklı, yabancı ilaç firmalarına halkımızı kazıklatmıyor diye de sevineceksiniz. Amma KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL. Ya nasıl?  Muadil ilaçlar bakanlıktan ruhsat çıkartıncaya kadar muadilini çıkardıkları ilacı tam aslına uygun imal ediyorlar. Ruhsat çıktıktan sonrada, hammaddeyi  orijinal üreten ülkeden değil de , Çin den ithal etmeye başlıyorlar. Katılacak hammadde de çalmaya başlıyorlar.500 mg olacak hammaddeyi 350 mg katıyorlar. Devlet bunu fark edene kadar da atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Orijinal ilaç ‘ın bunu yapma şansı yok. Zira dışarıda imal edilen ilaçlar kontrolsüz piyasaya verilmiyor ,denetim çok sıkı ve vukuunda ağır cezalar var.Muadil ilaçlar maça 5-0 önde başlamanın avantajı ile eczanelere çok tatlı promosyonlar ve kampanyalar düzenliyorlar. 50 kutu alana 20 kutu bedava gibi. Orijinal ilacın bu promosyonu yapması imkansız.  Doğal olarakta yasada tanınan hak olarak Eczacılarda daha fazla kar edebilmek için muadil ilaç satmayı tercih ediyorlar. SGK nın bu konuda işi tıkırında. Orijinal ilaçtan fark aldığı için ,hangi ilaç reçeteye girerse girsin,SG K ‘dan çıkan para ayni. Iıh bakın bu işin ucunda ne var. Kalitesiz ilaç kullanan hasta iyileşmiyor ve defalarca değişik doktorlara gitmek zorunda kalıyor. Bir sürü reçete sonucu SKG daha fazla ödeme yapıyor. Hastanın yanlış dozajdan dolayı kazandığı ilaçlara karşı direnç ,bozulan böbrek ve karaciğerleri de işin cabası.İşin uzmanı bazı doktorlar,yazdıkları reçetelerde,ilacın orijinalinin verilmesi için şerh yazmaya başladılar. Sağlık bakanlığı bu şerhleri yazan doktorlar hakkında soruşturma açacağına dair tamim yayınladı. Onların ruhsat verdikleri ilaçları beğenmiyen doktorlar ,sağlık bakanlığına güvenmiyor diye sorgulanacak. SEVSİNLER       bu bakanlıkta bu kararları çıkartanları.
Eskiden Emeklilerden Devlet memurlarından veya çalışan sigortalılar dan  fark adı altında hiçbir para ilaveten alınmazdı. SAĞLIKTAKİ DEVRİM den sonra katılım payı altında millet soyuluyor. Devlet hastanelerine devlet para vermediği için o güzelim hastaneler imkansızlıklar içinde  sapır sapır dökülmeye başladı. Sermayenin kurduğu hastanelerde fark adı altında SOYGUN’ a devam. Grip olan hastanızı sıra beklememek için Özel hastaneye götürdüğünüzde, son derece kibar,seçme  ,makyajları düzgün Hostes kızlarımızın eşliğinde  güler yüzle karşılanıp  hemencicik Uzman hekimce muayene olma olanağını sağlıyorsunuz.Tabii tüm ihtimam çerçevesinde  MR veya Tomografileriniz çekilip, CHECK-UP larınız yapılıyor.Uzman hekiminiz güler yüzle “Gözünüz aydın,tetkikleriniz temiz çıktı sadece basit bir grip geçiriyorsunuz dediğinizde mutlu mesut,yediğiniz kazığın belki de farkına varmadan güzel hosteslerin eşliğinde  hastaneden ayrılıyorsunuz. Arada fark adı altında  ödediğiniz paraların  bazı devlet büyüklerimize yakın aile ve  Cemaat kuruluşları nın kasasına gittiğini bilmiyorsunuz bile. Muayenehaneleri faşistçe bir yürütme ile kapattırılan Uzmanların,devlet kapısında çalışma olanakları yoksa Özel hastanelerde çok kötü koşullarda aylarca hakkettikleri maaşı alamadıklarını,gereksiz yere tetkik isteyip faturayı kabartmadıkları takdirde iş  akitlerinin iptal edileceğini bilmiyorsunuz bile.

Bölüm 4  HUDAYİ NABİTLER  (anlamı ekilmeksizin kendiliğinden bitenler)

Geçenlerde çok eski bir arkadaşım oğlunu bana göndermiş. Okulunda ve dersanesin de çok başarılı bir öğrenci imiş. Çocuk meslek seçimi yapacakmış. Daha çocuk yanıma gelmeden konuyu kavradım. Garibim acaba hangi İngiliz romanının tesirinde kalıpta “Doktor olacağım” demeye başladı ki babacığı bana göndermiş. Kısa bir sohbetten sonra  öğrendimki 19 yaşında lise son sınıfta ana dil gibi 2 yabancı dili öğrenmiş idealist bir genç. Bana geldiğine göre doktormu olmak istiyorsun dedim. Tabii ki cevap evet oldu. Eh hayırlısı olsun ,doğru bir seçim yapmışsın,tebrik ederim dedim.Doktorluk mesleği çok kutsal bir meslektir.Aldığın manevi zevki hiçbir şeyle değişmezsin dediğimde oğlanın dudakları neredeyse kulaklarına değecekti. Peki sen neden lise son sınıfta 17 değilde 19 yaşındasın dedim. Biraz şaşırarak “2 yıl yabancı dil için hazırlık okudum” dedi. Tıbbıyenin kaç sene olduğunu biliyormusun dedim.6 sene diye şıp diye cevapladı. Nede olsa zeki oğlan. Eee Tıbbiyeyi bitirince ne olacaksın dedim. Şaşkın ve sonucun ne olacağını bilmeden Doktor dedi. Olabilmen için 2 sene mecburi hizmetin var dediğimde yüzü birazcık değişti ama “olsun” dedi. İhtisas yapacakmısın ? dedim .Cevap “elbette” oldu. 5 yıllık uzmanlık süresinden sonra  2 yıl daha mecburi hizmet in olduğunu söylediğimde hafifçe omuzları aşağıya düştü. Ama oğlan hala kararlı meslektaşım olmakta. 16 ay askerliğin var bunuda hesap ettinmi dedim.Oğlan niyetimi kavradı ama ama yiğitliğe bir şeyler sürmek istemiyor. Birlikte hesaplamaya başladık 19+6+2+5+2+16 ay. Yaş 36 yı geçiyor. Çocuğa Cahit Sıtkı kimdir dedim. Biraz durakladıktan sonra “galiba şairdi dedi. Hiç “35 yaş şiirini” duydunmu dedim. “ Babam okurken bir kere duymuştum” dedi. Otuz beş yaşın yolun yarısı ettiğine inanıyormusun dedim. Artık bilim ilerledi insan yaşı nın 70 i aştığını söyledi. Türkiye de ortalama erkek ömrünün 67 ye yeni çıktığını söylediğimde herhalde Cahit Sıtkı’yı milleti kandırıyor diye içinden kalaylamış olacak. Sen doğduğunda baban kaç yaşında idi dedim .Biraz düşündü “27  galiba”
diye cevapladı. 36 yaşında evlense 37 yaşında baba olabileceğini söyledim. Daha erken evlenirim dedi. “Nahh” diyecektim ama ayıp olur diye yuttum lafı. Çünkü daha doktor maaşlarını konuşamamıştık. Teşekkür ederek ayrıldı yanımdan. Akşam arkadaşım telefonla  teşekkür için beni aradı.”Helal olsun sana arkadaşım ne anası ne ben ikna edemedik aylardır.  Nasıl ikna ettin oğlanı dedi.” İlerde çocuğunun arkadaşlarının onu Dedenmi diye soracaklarını ve çağımızda sadece Hudayı Nabitlerin doktorluğu tercih ettiğini” söyledim diyince bastık kahkayı…

Dr.Erdem CANKAYA      Ataköy 05 Aralık 2010


<>
10 GÜNLÜK AİLE HEKİMLİĞİ KURSUNDAN 1 ENSTANTENE


3 Aralık 2010 Cuma

HACI POLDİ

KURULTAY DELEGESİ   HACI  POLDİ


Her şerde bir hayır vardır, cümlesi kadar, doğru  olan bir söz söylenmiş midir acaba? İyiliklerin kötülüklerle, güzelliklerin çirkinliklerle iç içe olduğu bir evrende yaşıyoruz. Birinin temelinde hep birisi var. Hayatta elde edilen başarılarda başarısızlıkların bileşkesi sonucu oluşmuyor mu ?.. Ludwig  van Beethoven eğer sağır olmasa idi, acaba o muhteşem bestelerini yapabilir miydi ?

Bende hep yazmayı isteyip de yazamadığım yazılarımı, Romatoid   artrit krizlerinin  bitiminde yazmışımdır. Romatoid  artirit öyle çirkin bir hastalık ki,  çaresi olmayan ve insanı insanlıktan çıkaran bir hastalık. Hele  Romatoid  artirit li olup da  İstanbul da yaşamak bir işkence. Lodos esmeye başladımı, eklemlerinizde artrit rüzgarları esmeye başlar. Gece uyumak bir hayal olur. Ne oturabilir,ne yatabilir nede gezinebilirsiniz. Herhangi bir pozisyon değişikliğinde keyfi kaçan ekleminiz sanki matkap la oyulur gibi ağrır. Ağrıyı hafifletmenin tek yolu, ağrıyı aklınızdan silip başka şeyler düşünmektir. Bende böyle ağrılı gecelerimde beynimin içinde geçmişe yolculuk yaparım. Dün yine muhteşem ağrılarım sayesinde berbat bir gece geçirdim. Midemin delinme pahasına aldığım ilaçlara rağmen gözümü 2 dakika kırpabilmek için neler vermezdim neler. Tabii mecburen de  geçmişe yolculuk serüven im başladı. Dün gecemin kahramanı Lise sınıf arkadaşım  POLDİ  geldi aklıma.

Poldi ; Halit’e benim taktığım ve bütün sınıfça benimsenmiş bir lakaptı.1963-64 öğretim yılında  Vefa Lisesi 1 ci sınıfta idim. Vefa Lisesi o zamanlar,Fatihin fakir ailelerinin çocuklarının gittiği bir öğretim kurumu idi. O zamanlar İstanbul da şimdi olduğu gibi adım başı Lise yoktu. Özel okullarında sayısı da oldukça sınırlı idi. Okul müdürleri Eğitimde kaliteyi tutturabilmek için, birbirleriyle kıyasıya mücadele ederek, kayıtlarını şişirmemek için azami gayret gösterirlerdi. Okul müdürümüz rahmetli Rifat Gözmen ‘in, bütün gayretlerine rağmen,Lise birinci sınıflarda 90 kişinin altında öğrenci yoktu. 34 tane  Lise 1 ci sınıf vardı. Sıralara 4 er kişi oturduğumuz yetmiyormuş gibi pencerelerin içine de otururduk. 94 kişilik sınıfımızda 77 öğrenci 2 senelikti. 2 ci senede sınıfta kalan belge alır okuldan atılırlardı. Sınıfımız da  askerlik çağı gelmiş bir çok yaşlı öğrenci vardı. Genelde onlardan çekinirdik. 14 yaşında yeni ergen olan delikanlıların 21-22 yaşındaki sınıf arkadaşlarından öğrenecekleri çok şey olurdu. Yıl sonunda sınıfın yarısından fazlası sınıfta kalarak okuldan ayrıldılar. Okulda her türlü spor revaçta idi. Tabiî ki en iddealı olunan branşta futboldu. Sınıflar arası turnuvalara düzenlenerek ,iyi futbolcular tesbit  edilir, okul takımı  süzme bir takım olarak ortaya çıkardı. Fizik öğretmenimiz Azade hanım ;,sporcu takımından hoşlanmadığı için,inek tabir edilen bizler ,hocamızın gözüne girebilmek için spordan uzak kalmış gibi görünmeye çalışırdık. Maçlar genelde Karagümrük teki Çukur bostandaki VEFA stadında yapılırdı. Elemeler genelde Cumartesi  ve Pazar günleri  yapılırdı. Bizim 4F sınıfının  takımı da iddealı bir takımdı. Halit zayıf nahif, ufak tefek, Rize kökenli bir çocuktu. Fakat çok hızlı koşardı. Zayıf suratını kaplayan çok kocaman kemerli bir burnu vardı. Yüzüne baktığınız zaman sadece bir burun görürdünüz. Sınıf takımının ilk 11 inde devamlı oynardı. Sınıf olarak şampiyonluğa hayli yaklaşmıştık. Hava yağışlı olduğu için stadın zemini balçıktı. Yarı final oynuyorduk, rakibimizde okulun en iyi takımı idi. 2 ci yarı attığımız 2 golle  maçı 2-1 önde götürüyorduk. Rakip oldukça güçlü bastırıyordu. Maçın bitimine 3-4 dakika vardı ki rakip oyuncu kalecimizi geçti , boş kalenin ortasında sadece Halit kalmıştı. Rakip var gücü ile şutunu attı, Halit de topu kafa ile karşıladı. Olan işte o anda oldu. Çamurdan ağırlaşan top Halit ‘in o muhteşem  burnunu kırmıştı. Maçı kazanmıştık ama Hamit in burnu heybetini kaybetmişti. O sevinçle  ben Hamide “ Kahraman Poldi “ dedim.Hamit burnunu kaybetmişti ama ömür boyu taşıyacağı lakabına kavuşmuştu. Zaman la arkadaşlar ismini de unuttuk. Poldi aşağı Poldi  yukarı ,maçlarda “POLDİ” tezahüratları da başlayınca,  hocalarımız da Poldi diye çağırmaya başladılar Halit i. Ben Poldi yi severdim. Sınıfımız Mütercim Rüştü Paşa konağının en üst yani 3 cü katında idi. Sınıftan bahçeye inmek bazen zor gelirdi. Poldi ye rica ettiğimizde hiç kırmaz,3 kat aşağı gider okulun karşısındaki kırtasiye den ihtiyaçlarımızı alır gelirdi. Bizde ona matematik ve fizik çalıştırırdık. Ne yazık ki  Poldinin  futbola olan yeteneği kadar matematiğe karşı yeteneği yoktu. Üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğunu Poldi ye bir türlü belletememiştik. Neticede  Poldi o sene sınıfta kaldı ve ertesi senede sınıfı geçemeyince belgelendi. Aradan uzun yıllar geçti. Tıbbiye son sınıfta öğrenci idim, 5 yaşındaki yeğenim Umay ı Medrano sirkine götürmüştüm. Orada Poldi ye rastladım. Seyicilere oturma yastığı kiralıyordu. Yeğenim ve bana yarı ücretle yastık kiralamıştı. Sirk dağılırken  görüşürüm ümid ediyordum ama , nedense o benden kaçmayı yeğledi. Okul bitti Hükümet Tabibi olmuştum. 45 günlük geçici görevle Fatih Hükümet Tabipliğine gelmiştim. Hükümet tabipliğinin ,hekimlikle alakası yoktur. Tüm yaptıkları iş idari görevlerdi. Evlenme, işe girme raporları,aşılamalar,iş yeri ruhsatlandırmaları bir sürü angarya iş. Vatandaş basit bir evrak için  saatlerce bekler, iş yükü altında ezilen çaresiz sağlık memurları ile sürekli ağız kavgası ederlerdi. Yine yoğunluğun olduğu bir gün ,ürkek bir vatandaş kapımı açtı. Evlenme raporu için gelmiş ama ,işi ters giden bir vatandaştı.Aralık kapıdan Poldi yi gördüm .O da sağlık raporu için gelmiş, sağlık memuru ile tartışıyordu.Beni görünce şaşırdı. Beyefendi benim arkadaşım dediğimde, sağlık memurları Poldi nin işini torpilli olarak hallediverdiler. O gün havadan sudan ve o meşhur 2-1  lik maçtan  bahsettik.Poldi seyyar olarak Pazar esnaflığı yapıyormuş. Uzun yıllar Poldi yi  bir daha görmedim.Belki de aradan 20 yıl geçmişti. Muayenehanemin çok kalabalık olduğu bir gün, sekreterim eski bir arkadaşınız sizi görmek istiyor dedi. Kim dedim ? Sekreterim  “Poldi dersen o beni bilir “dediğini söyledi. Az sonra odama  aldım. Göbeğine kadar sakalları uzamış,şalvarlı cübbeli takkeli bir adam.Eğer o muhteşem kırık burnu olmasa ,tanımam imkansız. “Poldi senmisin bu ne değişiklik” dediğimde,gülerek artık Poldi değil , “HACI POLDİ” diyeceksin dedi.Bana muayene olmaya gelmiş. Radyoskopide baktığımda  “VEREM” tesbit ettiğimde hayli üzüldüm.Yıllarca soğukta seyyar Pazar esnaflığının ve yoksulluğun bedelini ödüyordu Hacı Poldi. 2 gün uğraştan sonra Hacı Poldi nin Yedi Kule Göğüs Hastalıkları hastanesinde yatmasını sağladım.40-50 gün sonra iyileşmiş durumda teşekküre geldi bana. Uzun yıllar Hacı Poldi den bir daha haber alamadım. Yıllar yılları kovaladı, bir gün Fabrika hekimliği yaptığım Esenyurt da  Benzinlikte benzin aldım ,ödememi yapıyordum ki ; “Doktor beyden ödeme almayın” emri ile irkildim. Bir baktım ki; Şalvar , pardüse  ve takke gitmiş ama,şık bir elbisenin içinde çember sakalı ve kocaman yamuk burnu ile bizim Hacı Poldi. Bayağı güçlü bir şekilde beni kucakladı. “Hacım bu ne değişiklik !!! “ dedim hayretle. Gülerek elini omzuma attı.”Gel seni de bizim Partiye alalım “ dedi. İktidar Partisinin KURULTAY delegesi olmuş. Allah işlerine öyle bir bereket getirmiş ki,mütahit olmuş. İstediği belediyeden alamıyacağı iş yokmuş. Bana Mercedes minübüsünü gösterdi ,içinde yok yok. Televizyondan deri ısıtmalı koltukları ve Amerikan barındaki kristal kadehlere kadar her şey çok mükemmeldi.”Hacım bu ne iştir? Sen içkidemi içiyorsun ? dediğimde ;gülerek Amerikan Barda sadece meyva suyu var dedi. Bana çıkardı kartvizitini verdi. Bayağı şatafatlı bir şiketler grubunun   yönetim kurulu başkanı olmuş  Hacı Poldi. Bir gün fırsat bulursam, İktidar Partisinin Kurultay delegesi eski arkadaşım Hacı Poldi yi arayacağım.

03.12.2010 ATAKÖY
Dr. Erdem  CANKAYA

2 Aralık 2010 Perşembe

ANILAR DURAĞI -1-

ANILAR DURAĞI –I-
                                                               
İnsanın yaşamı boyunca ,geçirdiği her gün ,ufak tefek de olsa bir anısı olur. Kimi anılar kötüdür kimi anılar ise çok güzeldir ve unutulamazlar. Yaşantımızda kalıcı iz bırakmayan anılar ise belleğimizin çöplüğünde  kaybolur gider. Bazen sararmış bir fotoğraf bazen bir defter bazen de geçmişinizden gelen bir tanıdık yüz sizi anılarınıza taşır.

Eşim titiz bir insandır. Dağınıklığı hiç sevmez. Bende onun tam tersine pasaklı ve dağınık bir insanımdır. Belki de eşimin titizliği,benim rahatlığıma neden olmuştur.Pis huylarımdan biriside hiçbir şeyi atmayı sevmem. Küçük kağıtlara alınmış telefon numaraları, kredi kartı fişleri, lüzumlu lüzumsuz bir sürü kağıt parçası ayıklanıp temizlenmek üzere aylarca el çantamda gezdikten sonra, çantamın ağırlığı bileğime ağrı vermeye başladığı zaman evdeki masaların birine boşaltılır ve ayıklanmayı bekler. Tabii eşim bir süre sabrettikten sonra ,onları derler toplar ve düzenlenmiş bir vaziyette çalışma masamın üstüne bırakır. Ama ben yinede bir şey arayıp bulamazsam eşimden yardım alırım. Evliliğimizin başlangıcında benim dağınıklığım devamlı tartışma konumuz olurdu. Eşim bana “sen çöp adamsın” derdi. Zaman ona çöp adamla yaşamaya katlanmayı öğretti.Uzun süredir benim dağınıklılığım yüzünden hiç tartışmadık. Nedense geçmişe ait ne varsa benim için çok kıymetli oluyor. Bazen bana ait olan kağıtları ayıklamaya başladığımda bir kağıt parçasına takılır kalır, o kağıt parçası benim anılar denizinin dalgalarında sörfüme neden olur.

Geçenlerde yine Cumhuriyeti okurken,hanım kucağıma bir defter bıraktı. Ev içinde  odaların içindeki eşyalar yer değiştirirken ,çocukluk ve gençlik yıllarıma  ait şiir defterimi bulmuş. Tabii içinde defterin yaprağı kadar sıkıştırılmış ve katlanmış kağıtlar.  Ama beni en mutlu eden 2 şey geçti elime. Anılar denizinde yüzmeye başladım yine. Birincisi  42 yıllık dava arkadaşım Semih’in bana yazdığı 2 tane mektup,diğeri ise 50 yıl önce CUMHURİYET HALK PARTİSİNE yaptığım bağışın makbuzu. Geçmişi yaşatmaya başladı.

Demokrat parti nin  sonunun yaklaştığı 1960 yılı idi. O zamanlar Manisa da  idik. Babam Lisenin Baş muavini ve Tarih öğretmeni,annem de coğrafya öğretmeni idi.Bende  Gazi ilkokulunda 5.ci sınıfta öğrenci idim.2 ablamda Lisede öğrenci idiler. Sınıf arkadaşım Nejat ‘ ın babası Tütün tüccarı idi. Demokrat parti nin yeni zenginlerinden biri. Kapılarının önündeki Lacivert 1957 model Chevrolet e özenle bakardım. Her gün okuldan eve birlikte dönerken Çamlıktan geçer,yol boyuncada sohbet ederdik. Tabii siyaset söz konusu olduğunda anlaşamazdık. Nejat bir gün bana babası nın  Demokrat partiye 50 lira bağışladığını söyliyerek öğündü. Akşama sofrada babama neden kendisinin CHP ye bağışta bulunmadığını sordum. Memur olduğunu ve memurların parti ile ilişkisinin yasak olduğunu söyledi. Uysal bir çocuktum ama babamın izahatı beni tam tatmin etmemişti. Demokrat parti nin tahkikat komisyonlarını kurdurduğu,her gün radyodan “VATAN CEPHESİ”ne katılanların okunduğu,Ankara da 555 k sloganı ile gençlerin nümayiş yaptığı günlerdi. İstanbul da Turhan Emeksiz adlı bir öğrenci öldürülmüştü.

İnsanın aileden gelme particiliği varsa, o yaşlarda ; takım duygusu kadar katı ve mukaddes bir duygu oluyordu. Bende çok uysal bir çocuk olmama rağmen ;CHP söz konusu olduğu zaman yırtıcı vahşi bir hayvan gibi kavgacı oluyordum. CHP için söylenecek her kötü söz,bana küfürlerin en ağırı olarak geliyordu. Okulda yine kavga edip,siyah önlüğümün beyaz yakasını yırttırdığım bir gün,öğretmenimden de azarı işitince dosdoğru eve gittim ve Yapı Kredi bankasının verdiği top şeklindeki tahta kumbaramı kırıp içindeki paraları alarak doğruca Manisa CHP il binasına gittim. Sonradan ismini öğrendiğim Manisa İl başkanı Avukat Muvaffak bey’e  paraları uzattım. Adam cağız bir hayli şaşırdı. “Nedir bu çocuğum .bu parayı nerden buldun? “ dedi . Sünnet harçlıklarım olduğunu ve partiye bağışlamak istediğimi söyledim. Başkanın yüzünde bir tebessüm yayıldı. Kimin oğlusun sen ? dedi. Babam memur ismini söyleyemem dedim. Başkanda hafifçe kaşlarını çatarak, Babanın haberi olmadan bu parayı alamayız dedi. Ben o kadar hırslanmıştım ki ağlamaya başladım. Başımı okşadı. Sen neden bu parayı Partiye vermek istiyorsun dedi. Bende ona ben CHP liyim dedim. “Bak bende CHP nin il başkanıyım,söz veriyorum babanın ismini söylersen aramızda sır kalacak” dedi. Lise Baş muavini  Mustafa Cankaya’ nın  oğluyum dedim. Beni ikna ederek babamı  arayıp olayı anlattılar. Babam da paranın bana ait olduğunu istediğim şekilde harcıyabileceğimi söylemiş. Nemlenen gözlerle  100 . Tl lik teberru makbuzu kesildi. Ne olur ne olmaz parti basılır koçanlar diktatörce gidişat gösteren Demokrat partinin eline geçer diye makbuz ‘ a syadımı yazmadılar. Tarih 13 Mayıs 1960 idi.

Bir başka yazımdada  42 yıllık dava arkadaşım Semih in mektubunu ve o dönemin anılarını anlatacağım. 02.12.2010

Dr. Erdem Cankaya

15 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAM DUASI





Rabindranath Tagore' DAN

Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde,
Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde,
Sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde
Berrak aklın nehrinin, ölmüş adetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde ,
Zekanın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde,
Tanrım, sen benim memleketimi, işte bu özgürlük cennetinde uyandır
Benim sana duam budur .
Allah'ım, bana sevinçlerimi ve üzüntülerimi kolayca kaldırabilecek gücü ver .
Bana fikre saygısızlık etmeyecek ve küstah kudretin önünde diz çökmeyecek gücü ver.
Bana başımı her günkü değersiz şeylerin üzerinde tutacak gücü ver .
************
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN DOSTLARIM
Dr.Erdem CANKAYA

26 Ekim 2010 Salı

KELİME-İ TAYYİBE

KELİME-İ TAYYİBE

Çok değişik duygularla bu yazımı yazmaya başladım.Yıllar öncesine gitti anılarım. Değişik bir aile yapısında büyümem ve eğitilmem ,belki de şuuraltıma yerleşmiş ve bende hayat boyunca kişiliğimde yer etmiş,değiştiremediğim bazı alışkanlıklar kazanmama neden olmuştur. Rahmetli Babam Tarih öğretmeni idi. Annem de Coğrafya öğretmeni. Ailesinde öğretmen olanlar anlattıklarım dan beni daha iyi anlayacaklardır. Öğretmenlerin çoğunun ortak bazı yönleri vardır. Mesleklerini işyerinde yani okulda bırakıp gelmezler. Yıllarca yetiştirdikleri çocuklara doğruyu öğretme çabaları,,kendilerinin de ,temiz kalpli, art niyetsiz ve hoş görülü insanlar olmalarına neden olmuşlardır. Yani kendisini akıllı zanneden Şark kurnazları nın ; çoğu zaman“Keriz” yerine koymak isteyip de,başarı elde edemedikleri , saf görünüşlü ama akıllı insanlardır öğretmenlerimiz. Meslek alışkanlıklarını da en fazla eve taşırlar. Babam oldukça otoriter ,ama bir o kadar da Demokrat ve hoş görülü bir insandı.Akşam saat 7 oldu mu ailenin tüm fertlerinin sofrada hazır olmasını isterdi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ilk Muallim mekteplerinde ,“toplumu aydınlığa taşıyacak köylü çocuklarına” özenle öğretilen konulardan biri de uygar batı’nın sofra adabı olmuş. Kaşıkların,,bıçakların, tabakların dizilimi ve kullanımı (Kısacası Sofra Adab-ı muaşereti.) ve sofradaki sohbet düzeni.. Sohbette sıkmadan anlatmayı ve öğretmeyi, sözü kesmeden sabırla dinlemeyi öğretmişler. Akşam soframızda genellikle konuk eksik olmazdı. Babam kendi ve annem dahil, hepimizin ,her gün bilmediğimiz yeni bir şey öğrenmemizi ve sıramız geldiğinde öğrendiğimiz yeni şeyi, akşam sofrasında aile fertleri ile paylaşmamızı isterdi.Konu seçimi özgürdü. Öğrendiğimiz bilgiyi yanlış aktarmamak için ,çok kısa notlar alma alışkanlığını da babamın sofrasında kazandım.Kardeşlerim ve ben okumaya teşvik edilir,
okuduğumuzu doğru yorumlayabilip, doğru aktarabiliyorsak ,babam tarafından bir armağanla taltif edilirdik.Bu taltif genellikle bizleri yönlendiren bir kitap olurdu. Babamın en çok özendiği konuda dilimizde yer tutmuş, ”Osmanlıca” dediğimiz sözcüklerdi. Babamın kütüphanesindeki,kitaplar genelde 1935 ten başlıyan eski baskı tarih kitapları,roman ve öykülerdi. Eski dilde okuduğumuz romanlar ve öykülerde geçen eski sözcükler dilimize pelesenk olurdu.
Dar bütçesi nedeni ile kitaplığını yenileyememesinin sonucu ,çocuklarının sözcük haznelerinin ölmeye yüz tutmuş sözcüklerden oluşması,babamın üzüntülerinden biri idi. O nedenle sofrada her söylediğimiz Osmanlıca sözlüğün yeni Türkçede ki karşılığını bize söyler,öztürkçe konuşmamız için azami gayreti sarfederdi. Bazende çoşku içinde Osmanlıca sözcüğün kökünün nerden geldiğini ,kelimeleri yanlış kullanmanın ne kadar insanları zor duruma sokacağını örneklerle anlatırdı. Atatürk bir konuşmasında “Türk halkı dürüşt değildir” demiş. Salak bir gazetecide Dürüşt kelimesini dürüst kelimesi ile karıştırıp, bir yazı yazınca işinden oluvermiş. Dürüşt ‘ün anlamı “kaba,saba”, dürüstün anlamı ise hepimizin bildiği gibi “doğru,düzgün ve sağlam” dır. Gazetecilerin çoğu zaman yaptıkları sözcük hataları beni hep güldürmüştür. Örneğin “Hile hurda” derler.Bu işe hile hurda karıştı gibi. Sözcük dizisinin aslı “Hile hud’a “dır. Hud’a nın anlamı aldatma dalavere demektir .Hurda kelimesinin aslı ise Hurde olup ; ufak değersiz şey anlamındadır. Kimisi de hud’a kelimesini huda olarak kullanırki,huda Allah demektir.En kaliteli köşe yazarlarının bile kullandığı hatalı sözcükler vardır.Genelde pis su çukuruna “FOSEPTİK ÇUKURU” derler.Halbuki Latince de Fos çukur demektir .Septik ise temiz olmayan demektir.Sözcüğün doğrusu sadece “FOSSEPTİK” tir.Nedense bu yazımda Babamdan bahsettiğim için mi olacak nedendir, sıkıcı ve uzun bir örnekleme yaptım herhalde. Ne kadar gayret etsem de, konuşma ve yazı dilimi Osmanlıca sözcüklerden arındırmakta çok başarılı olamadım.Çünkü küçüklüğümde devlet kitaplıklarından emanet aldığım veya babamın kitaplığındaki kitaplar o kadar çok eski baskı idi ki,ister istemez Osmanlıca sözcüklerle gelişen dil hazinemden yenilerini alıp eskilerinden vazgeçmek hayli güç oldu. Yine olağan sofra öğretilerimizden birinde, babam aniden bana bir soru yöneltti. “TENKİT” nedir dedi. Biraz düşündükten sonra “Eleştiridir” diye cevapladım. Her zamanki gibi faka bastığımdaki attığı kahkakayı attı. “Daha tenkit le tenkid in farkını bilmiyorsun ama Türkçesini kullanmamakta da tembellik ediyorsun dedi. Meğerse okulda öğretmenimin 10 verdiği kompozisyon ödevinde tenkid yerine tenkit yazmışım. Tenkid eleştiri anlamını taşıyor, tenkit ise temizleme ,fazlalıkları atma gibi ve cümle içinde noktalama işaretlerinin kullanılması anlamında bir sözcükmüş Babamdan o sofrada yeni bir şey daha öğrenmiştim.Aslında eleştiri sözcüğünün de tenkid kelimesi ile tam eş anlamlı olmadığını,Türk dilinin yıllarca emperyalist dillerin baskısı ile zenginliğini kaybettiğini ,o yüzden elimizden geldiğince Türkçe sözcükler kullanarak,dilimizi geliştirmemizin,hızla dilimize yerleşen yabancı kaynaklı sözcüklerden dilimizi arındırmamız gerektiğini,dil in son derece önemli olduğunu ;bir halkın bağımsızlığı ve özgürlüğünü koruyabilmesi için, diline sahip olması gerektiğini uzun uzun anlattı. O heyecanla kalkıp birkaç lügat ve ansiklopedi den,tenkid ile eleştirinin anlam farkını araştırmıştım.Tenkid kök olarak intikad sözcüğünden türeyen Fransızca karşılığı critique olan bir sözcüktü ki tam karşılığı edebiyat ve sanat eserlerini her yönü ile inceleme anlamını taşıyordu.Eleştiri ise çok daha fazla anlama sahipti.3 çeşit anlamı vardı. 1 ci anlamı “Bir insanı,bir eseri,,bir konuyu,doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadı ile inceleme işi” 2 ci anlamı “bir edebiyat veya sanat eserini ,her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak veya değerlendirmek amacı ile yazılan yazı türü” (Yani tenkid veya critique veya intikad) 3 cü sü ise : “ özellikle bilginin temellerini veya doğruluk durumunu inceleme,sınama,yargılama” anlamında kullanıyor. Her 3 tarif birbirine benzer fiiller olsa da, farklı anlamdaki işlerdi. Fransızca ,Arapça ,İngilizce ,Sanskritçe gibi,fazla dil emperyalizmine maruz kalmamış dillerde ,bu 3 işlevin tek sözcükle anlatılan karşılıkları vardır.Rahmetli Behçet Kemal Çağlar ın bir konferansında,eleştirinin 2 farklı şekilde uygulandığını söylemişti. Seçilen konu ve metod ayni olsada kullanılan dil, eleştiride yapıcı veya yıkıcı olarak kullanılabiliyordu. Eleştirinin dozu ,yapıldığı ortam ve zamanlaması da çok önemli idi,Rahmetli Çağların anlatımında. Mahkemede Savcı’ların ve Avukatların kullandığı dilin de farklı olduğunu,Savcıların genelde “intihak” (Kişiyi zayıflatma,kuvvetsizleştirme,işe yaramaz hale koyma) niteliğinde konuşma yaptıkları örneğini hiçbir zaman unutmadım. DSP de çok aktif olduğum dönemlerde ,bir sohbet esnasında, dikkati üzerime çekebilmek için,mitinglerde neden intihak-i bir söylem tarzını kullanmadığını Rahmetli Ecevit’e sorma cesaretini gösterdiğimde,beklide gizli bir alaycı ifade ile ,” sizce Kelime-i Tayyibe ler den oluşan sözcükleri tercih etmek daha iyi değilmi” diyerek yaptığı espiri ile hem yeni bir kelime hem de siyasette doğru bir kavramı öğrenmeme neden olmuştu. Hemen ilk fırsatta baktığım lügat da sözcük dizisinin karşılığının “Güzel söz,gönül alıcı söz “ olduğunu öğrenmiştim. Belki Bülent Ecevit ‘ten vereceğim bazı örnekler, yazımı okuyan bazılarını irrite edebilir,ama bir çok şey öğrendiğim Rahmetli Ecevit’ten,en başta öğrendiğim şey Siyasi Uslup olmuştu. Dost olsun rakip olsun herkese “SAYIN “ demeyi siyaset adabına yerleştirmişti. Ben Sayın kelimesini yabancılara kullanırken, yakın arkadaşlarıma sevgili, dostlarıma ise Can diye hitab etmesini severim. Bey kelimesi de severek kullandığım bir hitabet şeklidir. Eğer benden yaşı büyük bir arkadaşımı çok seviyorsam ona ağzı dolu dolu, Ağabey diyebilmek bana çok keyif verir. Gerek okulda, gerek evde,gerekse siyasette büyüklerden aldığım öğreti doğrultusunda,kişilerden meslekleri ile yalın hitabı, görgüsüzlük olarak kabul ederim. Bir kişinin ismini değil sadece mesleğini söyliyerek hitap etme ihtiyacı oluşursa,Müdür bey,Kaymakam bey,Doktor bey gibi hitaplar kullanılabilir.Ama bey takısı takılmadan kullanılan ünvanlar bir nevi küçük görme, intihak-i bir hitap şeklidir.Geçici görevle gittiğim bir ilçede,İlçe hıfsızsıhha toplantısında kaymakam bana “sen ne düşünüyorsun doktor” dediğinde,”düşüncelerim ve davranışlarım sizden çok farklı KAYMAKAM EFENDİ dediğimde,hatasını anlayıp özür dilerim doktor bey demişti.Lisede Edebiyat hocam Neriman hanım bir yazımda M.Kemal Atatürk diye yazdığım için,” Erdem kasti yapmadığını bildiğim için notunu kırmadım,ama Mustafa yerine kısaltmalı M nokta yazman ataya saygısızlıktır.Ya sadece Kemal Atatürk yaz yahut ta ,Mustafa Kemal yazman gerekirdi dedi. İsimlerini kısaltarak yazmak hakkı sadece isim sahiplerine aittir diyerek bana bir nezaket kuralı öğretmişti. O gün bu gün ,seveyim veya sevmiyeyim hiçbir kişinin ismini kısaltarak kullanmamaya özen göstermişimdir.

Dost demeyi arzuladığım,ve gelecekte,gerçekten devlet yönetiminde çok etkili hedeflere ulaşmasını ve hayal ve tahayyül ettiğim,gerek nitelikli ve nicelikli bir ailede yetişen,gerekse Türkiyenin en iyi eğitim kurumunu bitirmiş çok sevdiğim bir kardeşimin,son zamanlarda söylediğim sözlerden alınması beni ziyadesi ile üzdü. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yaptığı intihak-i tarzdaki eleştirileri hatalı gördüğüm için bir dost uyarısında bulunmayı bir ağabeylik görevi kabul ettim. Zira yazımın yukardaki bölümünde belirttiğim gibi,yıkıcı ve veya yapıcı tenkid lerin doğru zamanda ve doğru ortamlarda yapılması çok önemlidir.

Ülkemiz şu anda çok karanlık bir zemine doğru hızla kaymaktadır. Ülkeyi düze çıkarabilecek tek umudumuz CUMHURİYET HALK PARTİSİ dir. AKP nin kazanacağı 3.cü bir seçim ,rejim değişikliğine ve ülkenin bölünmesine neden olabilir. Seçimlere çok az bir süre kalmıştır. Bu süre zarfında doğru dahi olsa Genel Başkana yöneltilecek sert eleştirilerin zamanı değildir. Hele hele bugüne kadar oy alamadığımız halk kitlelerinin sıcak baktığı bir Genel Başkanı Acı eleştirilerle içimizden yıpratmak,zaman olarak çok hatalıdır.Yıllarca karşısında parti içi mücadele verdiğimiz Sayın Deniz Baykal bu gün genel başkan olarak kalmış olsa idi dahi,seçim arefesinde onu da tenkid etmemiz çok hatalı olurdu. Seçim sath-i mahaline girdiğimiz şu günlerde,kol kırılsa bile yen içinde kalması gerektiğine inanıyor,bilmeden yaptığımız kişisel hatalarda dostlarımı ve sevdiklerimi uyarmayı bir görev addediyorum.
Aramızdaki kırgınlık ve alınganlıkları yok etmemiz ,tek yumruk olmamızın en gerektiği bir süreci yaşamaktayız. Bu gergin süreçte lütfen birbirimizi incitmekten sarfı nazar edelim. Bende bütün dikkatime rağmen,farkında olmadan incittiğim kardeşlerimin, beni bir ağabeyleri olarak hoşgörü ile karşılayacaklarına inanarak bu yazıyı yazdım.,Ortak doğrularımız doğrultusunda tüm azmimizle birlikte mücadelemizi sürdürmelerini diliyorum
Sevgi,saygı ve esenlikler dileklerimle…25.X.2010 Ataköy
Dr. Erdem Cankaya

15 Ekim 2010 Cuma

Eski hamam eski tas

Eski hamam eski tas

Uluslar arası emperyalist güçlerin,50-100 yıllık planlarını uyguladığı ve adım adım,geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin insanlarının köleleştirildiği bir dönemde yaşamanın getirdiği toplumsal bunalım, hepimizi etkilemiş vaziyette.Jeo-Politik ve demografik yapısı ile, emperyalizm canavarının ağzını en fazla sulandıran ülkede herhalde TÜRKİYE.
70 yıldır dengesini hep kendi aleyhinde bozan bir devlet oldu Cumhuriyetimiz.
2 ci cihan savaşı sonrası, Sovyetler korkusunun ,Amerika nın kucağına ittiği bir ülke.İsmet paşa zamanında başlayıp,günümüze kadar devam eden; batıya karşı duyulan hayranlık ve çekingenlik,korkular ve hezeyanlar veya kişisel çıkarlar nedeni ile tek yönlü verilen tavizler,Ulusal Kurtuluş savaşında temelleri atılan “TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” yi bu gün tam bağımlı Türkiye haline getirmiştir.1946 da Sözüm ona demokrasiye geçilen ülkemizde, gerçek Demokrasinin kırıntıları ile uğraşarak,sanki gizli bir güç tarafından teokratik bir yapıya doğru ağır ağır sürüklendik.Devamlı demokrasi söylemleri ile ,gücü zayıflatılan Ulus devlet,Cemaatlerin yönettiği,güçsüz bir devlet haline girdi.Cumhuriyetin başlangıcında alev alev ülkeyi saran aydınlanma ateşi,Harf inkilabı ile güçlendirilen eğitim seferberliği,bir süre sonra sonra dogmaların öğretildiği İmam hatip okullarına dönüştü.

29 Ekim günü, Cumhurbaşkanlığı tarafından verilecek protokole katılıp katılmama gibi, polemiklerin yaşanması, CUMHURİYET HALK PARTİSİ’ NE yakışmayan bir davranış şekli.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu nu ,yıpratmak için her türlü bahaneyi enstürüman olarak kullanmaya çalışan hırslı politikacıların, acaba Kemal beyin başını yemek için gösterdikleri çaba ile, CHP nin ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini ateşe attıklarını farkedemiyecek kadarmı gözlerini hırs mı bürümüş? Bu inatlaşma niye? AKP nin de istediği CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN kendi içinde çelişen bir parti olduğunu, halka göstermek değilmi.
Abdullah Gül’ün karısının başına taktığı bez parçası yüzünden, partide çatırdama görüntüsü vermek, aklı başında hiçbir CHP liye yakışmamaktadır.

12 Ekim Salı günü dostlar toplantısında,CHP nasıl büyür ve seçimlerde nasıl iktidar olur konusunda, yapılan beyin jimnastiğinde,yaşamın pratikleri içindeki deneyimimle,partide kan değişiminin gerekliliğine inandığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim.Yörükler, gücünü yitiren,ot bitiren sığırı keserler. Ağacın meyva vermeyen kuru dallarını kestiğinizde de o ağaç ertesi mevsim güçlenir ve fazla meyva verir. Doğanın kanunları da Siyasette aynen geçerli.
1- Son referandum da başarısız olan teşkilatlar acilen görevden alınmalıdır.
2- Başarılı il ve ilçeler muhafaza edilerek, yeni atanacak ilçelerle birlikte hızla bir üye kaydı yapılarak, partide kan değişimine olanak sağlanmalıdır.
3- Yeni kaydedilen üyelerin parti içi seçimlere katılabilmesi için ilgili tüzük hükümleri işletilmelidir.
4- Yeni üyelerden aidat alınmasının yanı sıra, eski üyelerinde aidatlarını ödeyerek , partili hüviyetlerinin devamı sağlanmalıdır. Aidatlarını ödememiş üyelerin, parti içi seçimlerde seçme seçilme haklarının ,yok kabul edilmesi ,pasif üye durumuna indirgenmesi kanaatimce uygundur.
5-Kurultay yetişmese dahi seçime kadar ,ilçe ve il kongrelerinin yapılmasıyla,partiye yeni gelenlerle ivmenin hızlanmasının sağlanacağı,tecrübelerle kanıtlanmış bir gerçektir.
6- Milletvekili adayları örgüt ve genel merkezin müşterek seçimi ile oluşmalıdır. Tüm üyelerin katılımı ile yapılacak mehil yoklaması sonucu ortaya çıkacak listelerden, sıralamaları bozmadan %50 oranında aday 2-4-6-8 vb gibi listede yer almalıdır. Geri kalan %50 adayı Parti meclisi seçmelidir. Parti meclisine ayrılan bu %50 kontenjanın %20 sini Genel başkan kullanmalıdır. Parti meclisine belli bir kota konulmalı,bu sayı parti meclisi üye tam sayısının %50 sini geçmemelidir.

Örgütün tümü ile aday belirleme yarışına girmesi, örgütü canlandıracak,ve seçimlerde tempolu bir çalışmaya neden olacağı inancındayım.
Partinin kapılarının partiye gönül verenlere açılmadığı, örgütün aday belirlemede söz hakkı olmadığı bir seçimde , “ESKİ TAS ESKİ HAMAM “ usulü gidebilecek bir seçimin ,beklide Atatürk ilkelerine gönül vermiş insanların son seçimi olacağı düşüncesi beni ürkütüyor.AKP nin 3.cü dönem iktidarı gerçekleşirse ,Türkiye Cumhuriyetinin akibetini düşünmek dahi istemiyorum.
Saygı ve sevgilerimle esen kalın.

Dr.Erdem CANKAYA

9 Ekim 2010 Cumartesi

Torunum Defne ve CHP

Torunum Defne ve CHP

Defne büyük kızım Aycan ’ın ilk çocuğu benimde ilk torunum. Şu anda 5 yaşında. Defne doğduğunda ,hayattan beklentileri azalmış,kendini yalnızlığa mahkum etmiş, orta yaş bunalımlarını tipik yaşıyan biri idim.Bana ihtiyacı kalmamış çocuklarım kendi kendine yetebilen eşim,boş verdiğim bir işim vardı.Belki de hayatımın en berbat dönemini yaşıyordum.Daha henüz bedeni rahatsızlıklarım başlamamıştı ama daha 57 yaşında huysuz bir ihtiyar olma yolunda idim.Fakat Defne  nin doğumu ile,sonbahar yapraklarının doldurduğu gönül bahçemde yeniden bahar havası esmeye başladı.Tabii değişim aniden olmuyor.Ama her geçen gün Dede –Torun ilişkisinde benim açımdan kendimin dahi farkına gecikerek vardığım değişikler oluyordu.İşime ,eşime ,çocuklarıma ve sağlığıma olan ilgim gün geçtikçe olumlu yönde değişiyordu. 50 yaş sonrası bunalımını atlatma yoluna girmiştim.  Yaşama daha olumlu bakıyor, günü yaşamanın yollarını arıyordum.Defne 2 yaşına geldiğinde,babamın ,eşimin,çocuklarımın ve bir çok dostumun başaramadığı bir konuda beni yendi.O güne kadar hayatta en büyük keyfim asla vazgeçmem dediğim sigarama 59 yaşında elveda dedim.Sigara ile 43 yıl süren ilişkime Defne soğan doğramıştı.Aycan şu anda 2 çocuk annesi.İkinci torunum Yasemin ise bir başka afet. O da henüz bir yaşında. Sarışın Mavi gözlü çok güzel bir bebek. Arada emekliyerek odama gelip ” Dede” diye bana seslendiği zaman içimin yağları eriyor. Ben  Yasemini  Boşnak olan anneanneme benzettiğim için  1/16 diye seviyorum. Boşnak kızı Yasemin. İlerde çok erkeğin yüreğini hop ettirecek.

Geçenlerde Televizyonda ilginç bir haber geçtiler. Hindistan da Pencereyi açık bulan bir maymun 1 yaşındaki bebeği kaptığı gibi 5 katlı bir binanın tepesine çıkıyor. Bağırış çağırış herkes bebeği maymundan kurtarma gayretinde iken,maymun bebeği 5.ci kattan aşağıya atıyor.Ne yazıkki  bebek ölüyor ve  ahali katil maymunu yakalayıp,bebeğin anne ve babasına teslim ediyorlar.Anne ve baba da maymunu öldürüyorlar.
Aycan  yoğun iş temposuna rağmen mükemmel bir anne .Çocuklarını hurafelerden uzak,en doğru yöntemlerle büyütme çabasında bir anne. Defne nin olay üzerine tepkisini almak için izledikleri bu haber için,” Defne bu olayda kim suçlu” diye soruyor. Beklediğimiz cevap maymundu. Defne ise Suçlunun anne-baba olduğunu söyledi. “Maymunu öldürdükleri içinmi suçlu dedik” Cevap hayır dı. Neden diye sorduğumuzdada  “Maymunların olduğu bir ortamda,pencereleri kapatmayan veya çocuğu bir kafesle korumayan anne –baba suçludur” dedi.

Kıssadan hisse çıkarırsak,bu gün Türkiye’nin  ve CHP nin düştüğü pozisyondan  dolayı kimler suçlu acaba? Defne daha politikaya ilgi duymadığı için bu soruyu ona soramadım.Ama biz büyükler olarak duygusal bağlarımızdan sıyrılarak,özeleştiri yapsak acaba suçlu kimi bulurduk ? 

 Dr. Erdem Cankaya