26 Ekim 2010 Salı

KELİME-İ TAYYİBE

KELİME-İ TAYYİBE

Çok değişik duygularla bu yazımı yazmaya başladım.Yıllar öncesine gitti anılarım. Değişik bir aile yapısında büyümem ve eğitilmem ,belki de şuuraltıma yerleşmiş ve bende hayat boyunca kişiliğimde yer etmiş,değiştiremediğim bazı alışkanlıklar kazanmama neden olmuştur. Rahmetli Babam Tarih öğretmeni idi. Annem de Coğrafya öğretmeni. Ailesinde öğretmen olanlar anlattıklarım dan beni daha iyi anlayacaklardır. Öğretmenlerin çoğunun ortak bazı yönleri vardır. Mesleklerini işyerinde yani okulda bırakıp gelmezler. Yıllarca yetiştirdikleri çocuklara doğruyu öğretme çabaları,,kendilerinin de ,temiz kalpli, art niyetsiz ve hoş görülü insanlar olmalarına neden olmuşlardır. Yani kendisini akıllı zanneden Şark kurnazları nın ; çoğu zaman“Keriz” yerine koymak isteyip de,başarı elde edemedikleri , saf görünüşlü ama akıllı insanlardır öğretmenlerimiz. Meslek alışkanlıklarını da en fazla eve taşırlar. Babam oldukça otoriter ,ama bir o kadar da Demokrat ve hoş görülü bir insandı.Akşam saat 7 oldu mu ailenin tüm fertlerinin sofrada hazır olmasını isterdi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ilk Muallim mekteplerinde ,“toplumu aydınlığa taşıyacak köylü çocuklarına” özenle öğretilen konulardan biri de uygar batı’nın sofra adabı olmuş. Kaşıkların,,bıçakların, tabakların dizilimi ve kullanımı (Kısacası Sofra Adab-ı muaşereti.) ve sofradaki sohbet düzeni.. Sohbette sıkmadan anlatmayı ve öğretmeyi, sözü kesmeden sabırla dinlemeyi öğretmişler. Akşam soframızda genellikle konuk eksik olmazdı. Babam kendi ve annem dahil, hepimizin ,her gün bilmediğimiz yeni bir şey öğrenmemizi ve sıramız geldiğinde öğrendiğimiz yeni şeyi, akşam sofrasında aile fertleri ile paylaşmamızı isterdi.Konu seçimi özgürdü. Öğrendiğimiz bilgiyi yanlış aktarmamak için ,çok kısa notlar alma alışkanlığını da babamın sofrasında kazandım.Kardeşlerim ve ben okumaya teşvik edilir,
okuduğumuzu doğru yorumlayabilip, doğru aktarabiliyorsak ,babam tarafından bir armağanla taltif edilirdik.Bu taltif genellikle bizleri yönlendiren bir kitap olurdu. Babamın en çok özendiği konuda dilimizde yer tutmuş, ”Osmanlıca” dediğimiz sözcüklerdi. Babamın kütüphanesindeki,kitaplar genelde 1935 ten başlıyan eski baskı tarih kitapları,roman ve öykülerdi. Eski dilde okuduğumuz romanlar ve öykülerde geçen eski sözcükler dilimize pelesenk olurdu.
Dar bütçesi nedeni ile kitaplığını yenileyememesinin sonucu ,çocuklarının sözcük haznelerinin ölmeye yüz tutmuş sözcüklerden oluşması,babamın üzüntülerinden biri idi. O nedenle sofrada her söylediğimiz Osmanlıca sözlüğün yeni Türkçede ki karşılığını bize söyler,öztürkçe konuşmamız için azami gayreti sarfederdi. Bazende çoşku içinde Osmanlıca sözcüğün kökünün nerden geldiğini ,kelimeleri yanlış kullanmanın ne kadar insanları zor duruma sokacağını örneklerle anlatırdı. Atatürk bir konuşmasında “Türk halkı dürüşt değildir” demiş. Salak bir gazetecide Dürüşt kelimesini dürüst kelimesi ile karıştırıp, bir yazı yazınca işinden oluvermiş. Dürüşt ‘ün anlamı “kaba,saba”, dürüstün anlamı ise hepimizin bildiği gibi “doğru,düzgün ve sağlam” dır. Gazetecilerin çoğu zaman yaptıkları sözcük hataları beni hep güldürmüştür. Örneğin “Hile hurda” derler.Bu işe hile hurda karıştı gibi. Sözcük dizisinin aslı “Hile hud’a “dır. Hud’a nın anlamı aldatma dalavere demektir .Hurda kelimesinin aslı ise Hurde olup ; ufak değersiz şey anlamındadır. Kimisi de hud’a kelimesini huda olarak kullanırki,huda Allah demektir.En kaliteli köşe yazarlarının bile kullandığı hatalı sözcükler vardır.Genelde pis su çukuruna “FOSEPTİK ÇUKURU” derler.Halbuki Latince de Fos çukur demektir .Septik ise temiz olmayan demektir.Sözcüğün doğrusu sadece “FOSSEPTİK” tir.Nedense bu yazımda Babamdan bahsettiğim için mi olacak nedendir, sıkıcı ve uzun bir örnekleme yaptım herhalde. Ne kadar gayret etsem de, konuşma ve yazı dilimi Osmanlıca sözcüklerden arındırmakta çok başarılı olamadım.Çünkü küçüklüğümde devlet kitaplıklarından emanet aldığım veya babamın kitaplığındaki kitaplar o kadar çok eski baskı idi ki,ister istemez Osmanlıca sözcüklerle gelişen dil hazinemden yenilerini alıp eskilerinden vazgeçmek hayli güç oldu. Yine olağan sofra öğretilerimizden birinde, babam aniden bana bir soru yöneltti. “TENKİT” nedir dedi. Biraz düşündükten sonra “Eleştiridir” diye cevapladım. Her zamanki gibi faka bastığımdaki attığı kahkakayı attı. “Daha tenkit le tenkid in farkını bilmiyorsun ama Türkçesini kullanmamakta da tembellik ediyorsun dedi. Meğerse okulda öğretmenimin 10 verdiği kompozisyon ödevinde tenkid yerine tenkit yazmışım. Tenkid eleştiri anlamını taşıyor, tenkit ise temizleme ,fazlalıkları atma gibi ve cümle içinde noktalama işaretlerinin kullanılması anlamında bir sözcükmüş Babamdan o sofrada yeni bir şey daha öğrenmiştim.Aslında eleştiri sözcüğünün de tenkid kelimesi ile tam eş anlamlı olmadığını,Türk dilinin yıllarca emperyalist dillerin baskısı ile zenginliğini kaybettiğini ,o yüzden elimizden geldiğince Türkçe sözcükler kullanarak,dilimizi geliştirmemizin,hızla dilimize yerleşen yabancı kaynaklı sözcüklerden dilimizi arındırmamız gerektiğini,dil in son derece önemli olduğunu ;bir halkın bağımsızlığı ve özgürlüğünü koruyabilmesi için, diline sahip olması gerektiğini uzun uzun anlattı. O heyecanla kalkıp birkaç lügat ve ansiklopedi den,tenkid ile eleştirinin anlam farkını araştırmıştım.Tenkid kök olarak intikad sözcüğünden türeyen Fransızca karşılığı critique olan bir sözcüktü ki tam karşılığı edebiyat ve sanat eserlerini her yönü ile inceleme anlamını taşıyordu.Eleştiri ise çok daha fazla anlama sahipti.3 çeşit anlamı vardı. 1 ci anlamı “Bir insanı,bir eseri,,bir konuyu,doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadı ile inceleme işi” 2 ci anlamı “bir edebiyat veya sanat eserini ,her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak veya değerlendirmek amacı ile yazılan yazı türü” (Yani tenkid veya critique veya intikad) 3 cü sü ise : “ özellikle bilginin temellerini veya doğruluk durumunu inceleme,sınama,yargılama” anlamında kullanıyor. Her 3 tarif birbirine benzer fiiller olsa da, farklı anlamdaki işlerdi. Fransızca ,Arapça ,İngilizce ,Sanskritçe gibi,fazla dil emperyalizmine maruz kalmamış dillerde ,bu 3 işlevin tek sözcükle anlatılan karşılıkları vardır.Rahmetli Behçet Kemal Çağlar ın bir konferansında,eleştirinin 2 farklı şekilde uygulandığını söylemişti. Seçilen konu ve metod ayni olsada kullanılan dil, eleştiride yapıcı veya yıkıcı olarak kullanılabiliyordu. Eleştirinin dozu ,yapıldığı ortam ve zamanlaması da çok önemli idi,Rahmetli Çağların anlatımında. Mahkemede Savcı’ların ve Avukatların kullandığı dilin de farklı olduğunu,Savcıların genelde “intihak” (Kişiyi zayıflatma,kuvvetsizleştirme,işe yaramaz hale koyma) niteliğinde konuşma yaptıkları örneğini hiçbir zaman unutmadım. DSP de çok aktif olduğum dönemlerde ,bir sohbet esnasında, dikkati üzerime çekebilmek için,mitinglerde neden intihak-i bir söylem tarzını kullanmadığını Rahmetli Ecevit’e sorma cesaretini gösterdiğimde,beklide gizli bir alaycı ifade ile ,” sizce Kelime-i Tayyibe ler den oluşan sözcükleri tercih etmek daha iyi değilmi” diyerek yaptığı espiri ile hem yeni bir kelime hem de siyasette doğru bir kavramı öğrenmeme neden olmuştu. Hemen ilk fırsatta baktığım lügat da sözcük dizisinin karşılığının “Güzel söz,gönül alıcı söz “ olduğunu öğrenmiştim. Belki Bülent Ecevit ‘ten vereceğim bazı örnekler, yazımı okuyan bazılarını irrite edebilir,ama bir çok şey öğrendiğim Rahmetli Ecevit’ten,en başta öğrendiğim şey Siyasi Uslup olmuştu. Dost olsun rakip olsun herkese “SAYIN “ demeyi siyaset adabına yerleştirmişti. Ben Sayın kelimesini yabancılara kullanırken, yakın arkadaşlarıma sevgili, dostlarıma ise Can diye hitab etmesini severim. Bey kelimesi de severek kullandığım bir hitabet şeklidir. Eğer benden yaşı büyük bir arkadaşımı çok seviyorsam ona ağzı dolu dolu, Ağabey diyebilmek bana çok keyif verir. Gerek okulda, gerek evde,gerekse siyasette büyüklerden aldığım öğreti doğrultusunda,kişilerden meslekleri ile yalın hitabı, görgüsüzlük olarak kabul ederim. Bir kişinin ismini değil sadece mesleğini söyliyerek hitap etme ihtiyacı oluşursa,Müdür bey,Kaymakam bey,Doktor bey gibi hitaplar kullanılabilir.Ama bey takısı takılmadan kullanılan ünvanlar bir nevi küçük görme, intihak-i bir hitap şeklidir.Geçici görevle gittiğim bir ilçede,İlçe hıfsızsıhha toplantısında kaymakam bana “sen ne düşünüyorsun doktor” dediğinde,”düşüncelerim ve davranışlarım sizden çok farklı KAYMAKAM EFENDİ dediğimde,hatasını anlayıp özür dilerim doktor bey demişti.Lisede Edebiyat hocam Neriman hanım bir yazımda M.Kemal Atatürk diye yazdığım için,” Erdem kasti yapmadığını bildiğim için notunu kırmadım,ama Mustafa yerine kısaltmalı M nokta yazman ataya saygısızlıktır.Ya sadece Kemal Atatürk yaz yahut ta ,Mustafa Kemal yazman gerekirdi dedi. İsimlerini kısaltarak yazmak hakkı sadece isim sahiplerine aittir diyerek bana bir nezaket kuralı öğretmişti. O gün bu gün ,seveyim veya sevmiyeyim hiçbir kişinin ismini kısaltarak kullanmamaya özen göstermişimdir.

Dost demeyi arzuladığım,ve gelecekte,gerçekten devlet yönetiminde çok etkili hedeflere ulaşmasını ve hayal ve tahayyül ettiğim,gerek nitelikli ve nicelikli bir ailede yetişen,gerekse Türkiyenin en iyi eğitim kurumunu bitirmiş çok sevdiğim bir kardeşimin,son zamanlarda söylediğim sözlerden alınması beni ziyadesi ile üzdü. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yaptığı intihak-i tarzdaki eleştirileri hatalı gördüğüm için bir dost uyarısında bulunmayı bir ağabeylik görevi kabul ettim. Zira yazımın yukardaki bölümünde belirttiğim gibi,yıkıcı ve veya yapıcı tenkid lerin doğru zamanda ve doğru ortamlarda yapılması çok önemlidir.

Ülkemiz şu anda çok karanlık bir zemine doğru hızla kaymaktadır. Ülkeyi düze çıkarabilecek tek umudumuz CUMHURİYET HALK PARTİSİ dir. AKP nin kazanacağı 3.cü bir seçim ,rejim değişikliğine ve ülkenin bölünmesine neden olabilir. Seçimlere çok az bir süre kalmıştır. Bu süre zarfında doğru dahi olsa Genel Başkana yöneltilecek sert eleştirilerin zamanı değildir. Hele hele bugüne kadar oy alamadığımız halk kitlelerinin sıcak baktığı bir Genel Başkanı Acı eleştirilerle içimizden yıpratmak,zaman olarak çok hatalıdır.Yıllarca karşısında parti içi mücadele verdiğimiz Sayın Deniz Baykal bu gün genel başkan olarak kalmış olsa idi dahi,seçim arefesinde onu da tenkid etmemiz çok hatalı olurdu. Seçim sath-i mahaline girdiğimiz şu günlerde,kol kırılsa bile yen içinde kalması gerektiğine inanıyor,bilmeden yaptığımız kişisel hatalarda dostlarımı ve sevdiklerimi uyarmayı bir görev addediyorum.
Aramızdaki kırgınlık ve alınganlıkları yok etmemiz ,tek yumruk olmamızın en gerektiği bir süreci yaşamaktayız. Bu gergin süreçte lütfen birbirimizi incitmekten sarfı nazar edelim. Bende bütün dikkatime rağmen,farkında olmadan incittiğim kardeşlerimin, beni bir ağabeyleri olarak hoşgörü ile karşılayacaklarına inanarak bu yazıyı yazdım.,Ortak doğrularımız doğrultusunda tüm azmimizle birlikte mücadelemizi sürdürmelerini diliyorum
Sevgi,saygı ve esenlikler dileklerimle…25.X.2010 Ataköy
Dr. Erdem Cankaya

15 Ekim 2010 Cuma

Eski hamam eski tas

Eski hamam eski tas

Uluslar arası emperyalist güçlerin,50-100 yıllık planlarını uyguladığı ve adım adım,geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin insanlarının köleleştirildiği bir dönemde yaşamanın getirdiği toplumsal bunalım, hepimizi etkilemiş vaziyette.Jeo-Politik ve demografik yapısı ile, emperyalizm canavarının ağzını en fazla sulandıran ülkede herhalde TÜRKİYE.
70 yıldır dengesini hep kendi aleyhinde bozan bir devlet oldu Cumhuriyetimiz.
2 ci cihan savaşı sonrası, Sovyetler korkusunun ,Amerika nın kucağına ittiği bir ülke.İsmet paşa zamanında başlayıp,günümüze kadar devam eden; batıya karşı duyulan hayranlık ve çekingenlik,korkular ve hezeyanlar veya kişisel çıkarlar nedeni ile tek yönlü verilen tavizler,Ulusal Kurtuluş savaşında temelleri atılan “TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” yi bu gün tam bağımlı Türkiye haline getirmiştir.1946 da Sözüm ona demokrasiye geçilen ülkemizde, gerçek Demokrasinin kırıntıları ile uğraşarak,sanki gizli bir güç tarafından teokratik bir yapıya doğru ağır ağır sürüklendik.Devamlı demokrasi söylemleri ile ,gücü zayıflatılan Ulus devlet,Cemaatlerin yönettiği,güçsüz bir devlet haline girdi.Cumhuriyetin başlangıcında alev alev ülkeyi saran aydınlanma ateşi,Harf inkilabı ile güçlendirilen eğitim seferberliği,bir süre sonra sonra dogmaların öğretildiği İmam hatip okullarına dönüştü.

29 Ekim günü, Cumhurbaşkanlığı tarafından verilecek protokole katılıp katılmama gibi, polemiklerin yaşanması, CUMHURİYET HALK PARTİSİ’ NE yakışmayan bir davranış şekli.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu nu ,yıpratmak için her türlü bahaneyi enstürüman olarak kullanmaya çalışan hırslı politikacıların, acaba Kemal beyin başını yemek için gösterdikleri çaba ile, CHP nin ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini ateşe attıklarını farkedemiyecek kadarmı gözlerini hırs mı bürümüş? Bu inatlaşma niye? AKP nin de istediği CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN kendi içinde çelişen bir parti olduğunu, halka göstermek değilmi.
Abdullah Gül’ün karısının başına taktığı bez parçası yüzünden, partide çatırdama görüntüsü vermek, aklı başında hiçbir CHP liye yakışmamaktadır.

12 Ekim Salı günü dostlar toplantısında,CHP nasıl büyür ve seçimlerde nasıl iktidar olur konusunda, yapılan beyin jimnastiğinde,yaşamın pratikleri içindeki deneyimimle,partide kan değişiminin gerekliliğine inandığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim.Yörükler, gücünü yitiren,ot bitiren sığırı keserler. Ağacın meyva vermeyen kuru dallarını kestiğinizde de o ağaç ertesi mevsim güçlenir ve fazla meyva verir. Doğanın kanunları da Siyasette aynen geçerli.
1- Son referandum da başarısız olan teşkilatlar acilen görevden alınmalıdır.
2- Başarılı il ve ilçeler muhafaza edilerek, yeni atanacak ilçelerle birlikte hızla bir üye kaydı yapılarak, partide kan değişimine olanak sağlanmalıdır.
3- Yeni kaydedilen üyelerin parti içi seçimlere katılabilmesi için ilgili tüzük hükümleri işletilmelidir.
4- Yeni üyelerden aidat alınmasının yanı sıra, eski üyelerinde aidatlarını ödeyerek , partili hüviyetlerinin devamı sağlanmalıdır. Aidatlarını ödememiş üyelerin, parti içi seçimlerde seçme seçilme haklarının ,yok kabul edilmesi ,pasif üye durumuna indirgenmesi kanaatimce uygundur.
5-Kurultay yetişmese dahi seçime kadar ,ilçe ve il kongrelerinin yapılmasıyla,partiye yeni gelenlerle ivmenin hızlanmasının sağlanacağı,tecrübelerle kanıtlanmış bir gerçektir.
6- Milletvekili adayları örgüt ve genel merkezin müşterek seçimi ile oluşmalıdır. Tüm üyelerin katılımı ile yapılacak mehil yoklaması sonucu ortaya çıkacak listelerden, sıralamaları bozmadan %50 oranında aday 2-4-6-8 vb gibi listede yer almalıdır. Geri kalan %50 adayı Parti meclisi seçmelidir. Parti meclisine ayrılan bu %50 kontenjanın %20 sini Genel başkan kullanmalıdır. Parti meclisine belli bir kota konulmalı,bu sayı parti meclisi üye tam sayısının %50 sini geçmemelidir.

Örgütün tümü ile aday belirleme yarışına girmesi, örgütü canlandıracak,ve seçimlerde tempolu bir çalışmaya neden olacağı inancındayım.
Partinin kapılarının partiye gönül verenlere açılmadığı, örgütün aday belirlemede söz hakkı olmadığı bir seçimde , “ESKİ TAS ESKİ HAMAM “ usulü gidebilecek bir seçimin ,beklide Atatürk ilkelerine gönül vermiş insanların son seçimi olacağı düşüncesi beni ürkütüyor.AKP nin 3.cü dönem iktidarı gerçekleşirse ,Türkiye Cumhuriyetinin akibetini düşünmek dahi istemiyorum.
Saygı ve sevgilerimle esen kalın.

Dr.Erdem CANKAYA

9 Ekim 2010 Cumartesi

Torunum Defne ve CHP

Torunum Defne ve CHP

Defne büyük kızım Aycan ’ın ilk çocuğu benimde ilk torunum. Şu anda 5 yaşında. Defne doğduğunda ,hayattan beklentileri azalmış,kendini yalnızlığa mahkum etmiş, orta yaş bunalımlarını tipik yaşıyan biri idim.Bana ihtiyacı kalmamış çocuklarım kendi kendine yetebilen eşim,boş verdiğim bir işim vardı.Belki de hayatımın en berbat dönemini yaşıyordum.Daha henüz bedeni rahatsızlıklarım başlamamıştı ama daha 57 yaşında huysuz bir ihtiyar olma yolunda idim.Fakat Defne  nin doğumu ile,sonbahar yapraklarının doldurduğu gönül bahçemde yeniden bahar havası esmeye başladı.Tabii değişim aniden olmuyor.Ama her geçen gün Dede –Torun ilişkisinde benim açımdan kendimin dahi farkına gecikerek vardığım değişikler oluyordu.İşime ,eşime ,çocuklarıma ve sağlığıma olan ilgim gün geçtikçe olumlu yönde değişiyordu. 50 yaş sonrası bunalımını atlatma yoluna girmiştim.  Yaşama daha olumlu bakıyor, günü yaşamanın yollarını arıyordum.Defne 2 yaşına geldiğinde,babamın ,eşimin,çocuklarımın ve bir çok dostumun başaramadığı bir konuda beni yendi.O güne kadar hayatta en büyük keyfim asla vazgeçmem dediğim sigarama 59 yaşında elveda dedim.Sigara ile 43 yıl süren ilişkime Defne soğan doğramıştı.Aycan şu anda 2 çocuk annesi.İkinci torunum Yasemin ise bir başka afet. O da henüz bir yaşında. Sarışın Mavi gözlü çok güzel bir bebek. Arada emekliyerek odama gelip ” Dede” diye bana seslendiği zaman içimin yağları eriyor. Ben  Yasemini  Boşnak olan anneanneme benzettiğim için  1/16 diye seviyorum. Boşnak kızı Yasemin. İlerde çok erkeğin yüreğini hop ettirecek.

Geçenlerde Televizyonda ilginç bir haber geçtiler. Hindistan da Pencereyi açık bulan bir maymun 1 yaşındaki bebeği kaptığı gibi 5 katlı bir binanın tepesine çıkıyor. Bağırış çağırış herkes bebeği maymundan kurtarma gayretinde iken,maymun bebeği 5.ci kattan aşağıya atıyor.Ne yazıkki  bebek ölüyor ve  ahali katil maymunu yakalayıp,bebeğin anne ve babasına teslim ediyorlar.Anne ve baba da maymunu öldürüyorlar.
Aycan  yoğun iş temposuna rağmen mükemmel bir anne .Çocuklarını hurafelerden uzak,en doğru yöntemlerle büyütme çabasında bir anne. Defne nin olay üzerine tepkisini almak için izledikleri bu haber için,” Defne bu olayda kim suçlu” diye soruyor. Beklediğimiz cevap maymundu. Defne ise Suçlunun anne-baba olduğunu söyledi. “Maymunu öldürdükleri içinmi suçlu dedik” Cevap hayır dı. Neden diye sorduğumuzdada  “Maymunların olduğu bir ortamda,pencereleri kapatmayan veya çocuğu bir kafesle korumayan anne –baba suçludur” dedi.

Kıssadan hisse çıkarırsak,bu gün Türkiye’nin  ve CHP nin düştüğü pozisyondan  dolayı kimler suçlu acaba? Defne daha politikaya ilgi duymadığı için bu soruyu ona soramadım.Ama biz büyükler olarak duygusal bağlarımızdan sıyrılarak,özeleştiri yapsak acaba suçlu kimi bulurduk ? 

 Dr. Erdem Cankaya

8 Ekim 2010 Cuma

mUSTAFA mUTLUNUN 9 EKİMDE VATAN GAZETESİNDEKİ YAZISINA ATFEN

Saygıdeğer arkadaşlarım,

Mustafa Mutlu severek okuduğum bir yazarımız.Ama ben bu yazısına hiç katılmıyorum.Geriye dönüp CHP nin geçmişine baktıkça almamız gelen dersler var.
1970 öncesi  Rahmetli İsmet İnönü “ORTANIN SOLU” dediğinde ortalık toz duman olmuştu. Ecevit’  e karşı olan parti içi   STATİKOCULAR ,CHP den koparak
kurdukları  “GÜVEN PARTİSİ”  ile  daha sonra Demirel’in kuyruğuna takılmışlardı.
“TOPRAK İŞLEYENİN,SU KULLANANIN” ,”HALK İÇİN HALKLA BERABER HAKÇA BİR DÜZEN” diyen Bülent Ecevit Yıllar sonra CHP yi İktidara taşımıştı.Halk kahramanı olarak dağa taşa ismini “KARAOĞLAN” olarak yazdıran Ecevit yıllar sonra dahi o sevgi sayesinde 1999 seçimlerinde partisi DSP yi 1.ci parti yapmıştı.Halka tepeden bakan, “Türban” konusunu yıllarca belli bir kesime öcü gibi gösterip,yarattıkları korku imparatorluğu ile Statükocu bir parti yaptıkları CHP de sandalyelerini koruyanlar,bir umudu söndürme gayreti içindeler.Sorarım  iktidar olmak ve Atatürk devrimlerini kollamak için  ,tepeden baktığınız ,hor gördüğünüz,%60 aptaldır dediğiniz halkın oyuna ihtiyacınız yokmu?
Sayın Kılıçdaroğlu doğru yoldadır.Kılıçtaroğlu halkın büyük bir kesimini karşısına alarak ,iktidar olunamayacağını kavramış ,”GERÇEK SOL SÖYLEMLERİ” söyliyebilen ve Partiyi iktidara taşıyacak bir “UMUT “ tur.Halkın değerlerini öcü gibi görenler,halka tepeden bakanlar,başları sıkıştıkça demokrasiden bahsedip “ASKERDEN MEDET UMANLAR”  korkmayın.Bu devletin temel ilkeleri ebediyete kadar yaşasın istiyorsanız,devletin temeline dinamit koyan AKP iktidarından kurtulmanın tek yolu KILIÇDAROĞLU etrafında kilitlenerek zorlukları aşabilmektir. Birilerinin sandalyelerini korumak için parti içi acımasız muhalifet girişimi ve Kılıçdaroğluna linç girişiminda bulunanlar işledikleri hatanın vebalini  hiçbir şekilde ödiyemezler. 
Sevgili Mehmet Yıldırımın önerilerine aynen katılıyorum. Parti kurullarına danışmadan  parti politikalarına yön vermemek lazım.Ama şu anda Kemal Kılıçdaroğlunun altındaki yapı, Sayın Deniz Baykal'ın bıraktığı Statükocu yapı değilmi.Abant toplantısı için Sayın Kılıçdaroğlunu eleştirmek ve AKP taklitçiliği ile suçlamakla,bazı partili arkadaşlarımızın nereye varmak istediğini, düşünmek dahi bana acı veriyor. Sayın Genel Başkanı kuşatarak ,mevcut düzeni devam ettirmek isteyenlere ,istedikleri pirimi vermiyelim. GENEL BAŞKANA SAHİP ÇIKALIM. Daha önceki bir yazımda  belirttğim gibi,CHP nin kapıları açılarak yeni kayıtlarla yeni seçimlerle ,kandeğişimi yaparak,çalışmayan il,ilçe ve üst yöneticeleri değiştirip,sağlıklı bir sol zeminde  iktidara yürümemiz  zorunluluk olmuştur.Sayın Kılıçdaroğlu ne yaptığını bilen  bir kişidir.Mütevazi  kişiliği onun zaafı değil partilelerine olan saygısıdır.Ama onu kuşatmaya çalışan kesimlere seyirci kalır,görev almak için savsaklanırsak,bir süre sonra iş işten geçer.
SAYGILARIMLA

Dr.Erdem Cankaya