23 Ocak 2011 Pazar

Yağmadan önce

HALKALI ZİRAAT OKULU

1977 – 1979 Yıllarında  o zaman belde belediyesi olan,Halkalı Belediyesinde Sağlık İşleri Müdürü olarak görev yaparken,Halkalı  Ziraat okulunda eğitim devam ediyordu. O zamanlar 3-4 bin nüfuslu bir köy olan Halkalıda, Ziraat okulu ayni zamanda bölge halkı için bir istihdam odağı idi.
Bir çok aile bu okul sayesinde iş sahibi idi. Yetiştirilen  besi ve yumurta tavukları çok ucuza köylülere verilir ;Kümes hayvancılığı teşvik edilirdi. Ayrıca yoğun yumurta üretimi vardı ki,bu yumurtalar piyasa fiyatının  yarısına  satılırdı ve çevreden özel otomobilleri ile gelen ler kolilerle yumurta,süt,tavuk ve süt ürünlerini satın alırlardı. Ayrıca  okulda yetiştirilen çeşitli meyva ağaçlarının ürünleride halka çok ucuza verilirdi.
 1980 12 eylül  rejimi ve sonraki sivil rejimler  ,yağma kültürünün gelişmesi ile Rantiye tarafından Halkalı ve Çevresinin acıklı yağmalanmasını üzülerek izledik. Emekçilerin yoğun yerleşim yeri olan,Küçükçekmece ilçesi,bir süre sonra el değiştirerek,rantiyenin elinde çarpık kentleşmenin en kötü modellerinden birini oluşturdu.

Bu gün Küçük Çekmece kaçak yapılaşma sonucu,deprem için en riskli alanlardan biridir. Olabilecek 7 şiddetinin üzerindeki bir Marmara depremi,bölge halkının çoğunun büyük acılar çekebileceği istenmeyen bir tehlikedir.

Ziraat okulu ve geniş arazisi ,bu gün kentin akciğeri görevini görmektedir. Gelecek yıllar içinde halkın lehine yapılabilinecek bir kentsel dönüşüm uygulanıncaya kadar,istenmiyen bir deprem olayında ,afetzadeler için en uygun konum,bu bakir araziler olacaktır.

Eğer bölge halkı olarak ,oluşan platformda birlik olarak,bu arazilere sahip çıkamazsak, toplu konut tacirlerinin elinde bu arazi, rantiyenin iştahla yediği bir konuma gelecektir.

Sevgili dostlar hep beraber bu milli servetimize sahip çıkmak,vatan görevimizdir.
 37 yıldır bir Halk Hekimi  olarak bölgeye vermeye çalıştığım hizmetlerimin manevi karşılığı olarak,bu birlik ve beraberliği göstermenizi sizlerden ,sizin için istiyorum.
 Sevgi ve mutluluk içinde hoşça kalın.

Dr.Erdem Cankaya

22 Ocak 2011 Cumartesi

Fransadan Bir Türk 'ün yorumu


10 yıldır Fransada Seramik sanatçısı olarak yaşamını sürdüren,ortanca kızım Canan Cankaya 'nın bana gönderdiği bir yazısını,DOSTLARIM ile paylaşmak istedim

Dr.Erdem Cankaya

"UMUT

Geçen hafta, Fransa’da uluslararası ölçekete yapılan bir anketin sonuçları açıklandı : Umut Anketi. Ve Fransa bu ankete göre en arka sıralarda.
Yüzyllardır kültürü, devrimleri, sosyal haklarıyla diğer ülkelere ilham veren fransız halkı bir süredir mutsuz. Elbette ekonomik kriz bu duruma etken, artan işsizlik fakirlik vs de… Ama asıl onları umutsuz hissettiren temel olgu ; ülkede yaşanan haksızlılarda halkın yanında yer alan ve güvenilen bir liderin olmaması.
Fransız Sosyalist Partisi, Sarkozy’nin seçimleri kazandığı 2007 yılından beri krizde. Önümüzdeki temmuz ayında, sosyalist parti, 2012 devlet başkanlığı seçimlerinde göstereceği adayı seçecek ve yaşadığı kriz toplumda uyandırdığı güveni çok altlara çekti.
Tahmin edilebileceği gibi, Fransa’da da fedakarlık hep orta sınıftan beklenirken, zenginler haksız vergi indirimlerinden faydalanıyorlar. Emeklilik yaşının yükseltilmesi başta olmak üzere, sosyal hakların geri alınma talepleri halkın şiddetli tepkisine rağmen devam ediyor. Bu sinir bozucu gelişmelerin ortasında geçtiğimiz günlerde Sosyalist Parti’nin bir başkan adayı çıkıp, günün modasına uyarak çalışma saatlerinin arttırılmasını gündeme taşıdı.
Fransız Sosyalist Partisi’nin çalkantıları ve özelllikle bu son gelişme bana kara çarşaflılara rozet takan CHP’lileri hatırlatmadı değil. Ancak neyse ki CHP’nin artık güven uyandıran genel başkanı var, var olmasına da Türkiye’de umut var mı, kaldı mı ?
Benim Fransa’da yaşayan bir Türk olarak gözlemlediğim, ülkede daha çok yılgınlığın olduğu. Çünkü halkın karşısında birbiri ardına çıkagelen bir dolu devasa sorun var : yolsuzluk, irtica, cehalet, sefalet, savaş, ihanet.... Ve halk bunlarla nasıl savaşacağını bilmiyor. Ve diyelim ki bu savaştan bir şekil galip çıkma umuduna erişti, AKP’yi mağlup etti, onu nasıl bir geleceğin beklediğini hiç bilmiyor.
Türkiye’nin gerçekleştirmeyi umut ettiği ideale ihtiyacı var. Birçokları buna çağdaşlık diyip işin içinden çıkıyorlar. Eğer öyleyse CHP’nin « çağdaşlıktan » anladığı nedir ? Bu çağdaşlığa ulaşıldığında Türk halkı elindeki gücü hangi uğurda harcıyacaktır ? Fransa dahil, kapitalist ve « çağdaş » toplumlarda yaşanan umutsuzluk, ekonomik ve sosyal kriz CHP’nin dünya görüşünü nasıl etkilemiştir, etkilemiş midir ? Kanımca CHP’nin bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Bize sunabileceği geleceği hayal etmemiz için, daha çok veriye ihtiyacımız var.
Ben Türkiye’nin Avrupa ülkelerinden en önemli farkının değişime çok açık olan genç nüfusu olduğunu düşünüyorum. Ve bu gençliğin de, diğer herkesten çok uğruna savaşacağı bir umuda ve gerçekleştireceği bir ideale ihtiyacı var. Dil, din, mezhep farklılıklarıyla bölünen ülkemizde CHP’nin anlaması gereken bayrak, laiklik, çağdaşlık gibi kavramların, halkı bir arada tutmak bir yana artık gençleri politize etmeye dahi muktedir olmadığıdır. Oysa gençlik politize olmazsa gelecek için umudumuz olamaz.
Birçok ülkede yaşandığı gibi, Türkiye’de de, gençler politikadan soğumuştur. Siyasetteki gençlerse geçerliliği tartışılır, eski nesillerin köhne politikalarını taklit etmektedirler. Eğer CHP, gençlerin öncülüğünü yaptığı değişimi kendi bünyesinde taşımak istiyorsa, bu gençlere sunacağı umudu, bir ideali olmalıdır. Oysa ki, içindeki enerjilerini kanalize edecek alan bulamayan, tıkanan gençleri bir çatı altına birleştiren, ırk, din, dil farkı gözetmeyen ortak bir dünya görüşü mevcuttur ; ekolojistlerin dünya görüşü.
Ve bu dünya görüşü kesinlikle, sosyal demokrat bir dünya görüşüne koşut değildir. Aksine, uzun vadeli kalkınma planları öngörür, alternatif üretim teknikleriyle yeni iş gücü alanları açar. Hepsinden önemlisi, insanların ortak değerlerini ön plana çıkarır, bu da en temel olarak yaşadığımız topraklara olan sevgimizdir.
Denilebilir ki programında ekolojik bir bakış açısını ele alan ve bunun altını çizen bir parti olsa olsa « Yeşiller Partisi » olur. Ancak Türkiye gerçeği göz önüne alındığında, eğer bir kitle partisi çevre sorunlarını, doğal yaşamı ciddiyetle ele almazsa gerçekleşebilecek sakıncalar laikliğin elden gidişi veya ülkenin bölünmesinden de daha acı verici olacaktır.
Denilebilir ki, CHP zaten çevre sorunlarına duyarlı. Eğer öyleyse bu duyarlılığını bir çevre politikası haline getirmeli ve daha yüksek sesle dile getirmelidir ki, gençlerimiz, duyarlı ama apolitik olanlarımız, hali hazırda sivil toplum örgütlerinde veya derneklerde çalışan ama CHP’ye burun kıvıranlarımız ve daha birçokları CHP çatısı altında çalışma arzusu duysunlar.
Çünkü bir çoğumuzun ekolojist bir dünya görüşü olmasa da, doğaya karşı duyduğumuz duyarlılık, ulus devletin bütünleştirici etkisinden çok daha güçlü, çok daha öz ve çok daha samimi.
Umarım, CHP hizmet etmeyi arzuladığı insanların özlemlerini duyar, bünyesinde onlara yer açar. "

Canan Cankaya
Céramiste/Potière

Place Alphonse Corre
03250 Châtel-Montagne / FRANCE

6 Ocak 2011 Perşembe

Allah akıl fikir versin

6 DAKİKALIK ADALET VE 3 DAKİKALIK MUAYENE

Kendini kandıran toplum olarak, herhalde dünya toplumları arasında ilk 10 içine gireriz. Ama çözüm bulalım demeye geldiğin de,işin içine menfaatler,demokrasi ile 5 kuruşluk alakası olmayan siyasi kararlar girince de BAS BAS feryat ediyoruz.

Bu gün Yargıtay’da 11 ceza dairesi, 21 de hukuk dairesi bulunuyor. Toplam 250 üyesi bulunan Yargıtay’da ceza dairelerinde 84 üye görev yapıyor. Yani bir ceza dairesinde ortalama 7 veya 8 üye bulunuyor. Ancak daireler temyiz incelemelerini 5’er kişilik heyetlerle yapıyor. Karara bağlanan dosya sayısı bazı yıllar azalıp bazı yıllar artsa da, ceza daireleri yılda 200 bin civarında dosyayı karara bağlıyor. Batı ile kıyasladığımız zaman şöyle bir örnek verebiliriz. Fransa nın başkenti Paris de 10.000 savcı ve hakim görev yaparken, bu rakam bütün Türkiyedeki yargı mensubuna denk. Hakim başına düşen dosya sayısı senelik yaklaşık 1500  dosya civarında. Çalışma günlerine bölündüğünde günde 70 dosyadan fazla bir yükleri var. Hele hele bu yük Yargıtay da çok daha fazla.

Geçen yıl hafta sonu, resmi tatiller ve Adli Tatil çıktığında bir ceza dairesinin çalışma günü 218 oldu. Buna göre, 11 daire olarak çalışan ceza daireleri günde 947 ceza dosyasını karara bağladı. 8 saatlik mesai düşünüldüğünde Yargıtay’da her 30 saniyede bir dosyanın temyiz incelemesi ile ilgili karar çıkıyor. Her bir ceza dairesi günde ortalama 86 dosyayı karara bağlıyor. Yani 8 saatlik mesaide bir saatte yaklaşık 10 dosya görüşülüyor. Bu da her bir dosyaya sadece 6 dakika ayrılabildiğini gösteriyor. 2010 yılında dosya yükünün en fazla olduğu 10. Ceza Dairesi’nde 26 bin 730 dosya karara bağlandı. Buna göre 10. Ceza Dairesi, günde 122 dosyayı, yani saatte 15 dosyayı karara bağladı. Bu istatistik dairenin her bir dosyayı görüşme süresinin ortalama 4 dakikayı zor bulduğunu gösteriyor.

Sağlık sistemimiz deki felaket ise daha korkunç boyutta. Hastanelerimizin  acil  polikliniklerinde ki yük nedeni ile hastaya ayrılan süre 3 ila 5 dakika arasında. Birinci  basamak  hekimlik ,sevk zincirinde ki işlevini düzgün göremediği için,ne birinci basamakta nede 2 ci basamakta (uzmanlık) hastanın tedavi şansı Allaha kalmış vaziyette. Eskiden muayenehaneler varken,gayr-ı adil de olsa parası olan daha düzgün sağlık hizmeti alabiliyordu. Ya şimdi ?

1960 Anayasasındaki Sosyal Devlet ilkesi doğrultusunda ,eşit olan yurttaşlara eşit  sağlık hizmeti verme çabası ile,ülke geneline sağlık hizmetini yaymak için çalışmalar yapıldı. Rahmetli Prof.Dr. Nusret Fişek hocanın katkılarının çok olduğu sistemde, sosyalizasyon uygulamaları,sağlık ocaklarının yaygınlaştırılması ne yazık ki siyasi partilerin konuyu sulandırması ile  dejenere edildi.

Büyük Ümitlerle  beklenen “AİLE  HEKİMLİĞİ”  uygulaması ,Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve  Sağlık sisteminde Tekelleşmeye gitmenin birinci basamak eylemi görüntüsünde. Çıkartılan tüzükler hekimi sağlık emekçisi kapsamından alıp,” SAĞLIK KÖLESİ” haline getirildi. Hekim emeğini en kolay nasıl ucuza kapatırız zihniyeti içinde çıkartılan tüzükler,bir süre sonra ülkemizi “DEPRESYONLU HEKİMLER ÜLKESİ “ haline getirecek. Bürokratik evraklar, lüzumsuz istatistiklerAdli Tabiplik,Defin ruhsatları gibi,görevi dışındaki görevlendirmelerle, 8 saatlik mesailerinin 2 saati de meşgul edildiğinde , kalan 6 saatlerinde,nefes almadan 70 hasta baktıkları göz önünde tutulursa,yaptıkları muayenelerin ne kadar sağlıklı olabileceğini varın siz düşünün. Ortalama bir aile hekimi ayda 1.000  hastadan fazlasına bakıyor. Maaşları sabit. Cari giderleri ve vergileri düşürüldükten sonra ellerine kalan net para 4000- 4500 lira civarında. Ayrıca bu gelir emekli ücretlerine de yansıtılmayacak. Emekli olduklarında 1400 tl emekli ücreti alacaklar.

Bu gün es kaza  sanık olarak mahkemeye düşmüş bir vatandaş,5-6 dakikalık hakim sorgulaması için aylarca tutuklu olarak hapiste kalabiliyor. Suçlu olduğu hükmünü yemeden uzayan davalar sonucu  yıllarca hapis yatabiliyor. Öyle acayip bir hukuk sistemi varki,  onlarca insanın katili olduğu kesinleşmiş   CANİLER ; yargının gecikmesinden dolayı tahliye olunup elini kolunu sallıyarak gezebilirken , bazen masum insanlar ,yine yargının tıkanıklığından ,yıllarca boş yere hapis yatabiliyor.

Hele fikir suçlularına yapılan insanlık ayıbını izah edebilmenin hiç imkanı yok. Siyasi ergi elinde tutan yürütme ,yasama ve yargıyı da etkisi altına alınca ,kendisine  muhalif olanları hapishanelere doldurup,yaşamlarını gasp edebiliyor. Hükümeti devirme iddeası ile suçlanan silahlı güç mensupları serbest iken ,onları fikren desteklediği iddea edilen gazeteciler beklide hüküm giymeden 10 yıl hapiste yatabilecek.

Sağlıkları 3 dakikalık muayeneye, hukukları 6 dakikalık yargıya teslim edilen  halkımıza  Allah  sabır versin demeden önce, Allahtan  benim yüce halkıma  “AKIL” ihsan etmesini diliyorum.

Daha başka ne dileyebilirim ki ?

Dr .Erdem Cankaya