6 Haziran 2011 Pazartesi

Masalın Gücü

GELİŞMİŞ   İNSAN RUHUNDA  “MASALLARIN YERİ”

Son zamanlarda değişen aile yapısı ve televizyon, bilgisayar gibi teknolojik gelişmeler, insanların sosyal doku ve davranışlarında büyük değişikliklere yer açtı.

Doğal gazın ve Kaloriferli evlerin olmadığı dönemlerde, ninelerle dedelerin torunları ile yaşadıkları evlerde, akşamın geç saatlerinde sönük kandilin uyku getiren ışığında, ısısını kaybetmemiş sobanın etrafında,yaşlı büyüklerimizden dinlediğimiz masallar,hayal dünyamızı geliştirir,bizi bambaşka dünyalara götürürdü.
Son zamanlarda TV lar da kontrolsüz yayınlanan bir takım filimler,”Dünyayı Kurgulayan Güçler” tarafından, çocukları şiddete yönlendiren ve tüketim toplumu haline getiren bir senaryo ile kurgulanır oldular.
Halbuki masalların eğitici değerleri vardı. Masalların çocuk hayal dünyasında geniş ufuklar açtığı bir gerçektir. Masalların öz malzemesi: çağlar boyunca zenginleşmiş, insan öz değerlerini ön plana alacak şekilde ve konuları edebiyatın evrimi ile gelişerek olgunlaşmıştır.
İnsanüstü özellikler gösteren masal kahramanlarının, olaylar tamamen hayal ürünü olup, yerin ve zamanın belli olmadığı bir hayal ülkesinde geçer. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. 
                                                                                         
Masalda insanlar, gerçek veya gerçekdışı vasıflarda görünürler. Bu gerçek olmayan kuvvetlerini büyülü bir araçtan, var olmayan bir mahluktan veya evliyâdan alır. Masalın kahramanları, belli bir toplumun bilinen bir zamanda yaşamış kişileri değildir. Her ülke ve zamanda olabilecek padişah, vezir, köylü, kadı, derviş, ırgat, harami gibi sembol tiplerdir. 

Benim çocukluğum masal açısından çok zengindi. İlk masallarımı, çok kısa sürede olsa Anneannemden dinledim. Daha sonra benim masal anlatıcım küçük ablam oldu.
Benden 3 yaş büyük olmasına rağmen hayatımın en güzel masallarını ablamdan dinlemişimdir. Uykumun geldiği dönemlerde de Tarih öğretmeni olan babam tarihi bir masal edasında anlatır, bazen de defalarca dinlemekten bıkmadığım babamın çocukluk anıları, beni Kurtuluş savaşı günlerine ve Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki o yoksul döneme taşırdı.

Okuma yazma öğrendiğim zaman ,öğretmen olan Baba ve Annem her okuduğum masal kitabı için beni ödüllendirirlerdi. Dana gözü denilen sarı 25 kuruşu kazanabilmek için  bir günde  bir masal kitabını bitirir,babamın dar öğretmen bütçesinde yara açardım.

Masallardan sonra Destanlara,daha sonraları,hikaye ve mitolojiye merakım başladı. Ortaokul da okuyacağım kitap olarak ,babamın kütüphanesindeki Milli eğitim bakanlığının Rus klasikleri kalmıştı.Yüzbaşının kızı,Harp ve Sulh ilk okuduğum Romanlardı.

Roman okuma zevkini aldıktan sonra tekrar, masal okumaya yönelmemin apayrı bir hikayesi vardır. Ortaokul 1.ci ve 2.ci Sınıflarda Türkçe öğretmeni olan Aile dostumuz Rahmetli Naci Tüğen’ i hiç unutamam. Dilbilgisi derslerinden öğrencilerinin bunaldığını anladığı an, çantasından “ROBİNSON KRUZE” yi çıkarır, hakkını veren yumuşak bir ses tonu ile bize arkası yarınlar şeklinde kitabı okurdu. Birçok sınıf arkadaşım daha kitap yarılanmadan, kitapçıdan Robison Kruzeyi kitapçıdan aldılar. Kitabı okuyup bitirmelerine rağmen,hocamızın o tatlı  sesi ile okuduğu  hikayeyi dinlemek yine ayrı bir hoştu. Naci Hocamdan birde o zamanlar piyasada bulunmayan “ Bin bir gece Masallarını” dinledik. Jules Verne ‘nin “Aya Seyahat “ kitabını da 2ci sınıfın yaz ödevi olarak almıştık. Ne yazıkki ,hocamız Manisa’dan İstanbul’a tayin olunca,Jules Verne ’nin kitabını hocamızla yorumlama olanağımız kalmamıştı.

Beni en çok etkileyen iki masalcı olmuştur. Birincisi BEYDEBA  ikincisi ise BEHRENGİ olmuştur.

Beydeba MÖ 1 ci yüzyılda yaşamış,İranda doğup Hindistanda yaşamını tamamlamış,kimilerine göre Türk kimilerine göre Çin asıllı bir Fabl ustasıdır. Bilinen Kelile ve Dinme isimli masal kitabında çocuk dünyasında büyük ufuklar açan masalları yer almıştır. Kitap adını ilk bölümündeki bir hikâyenin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; "doğrunun ve dürüstlüğün" simgesi "Kelile" ile "yanlışın ve yalanın" simgesi "Dimne".
 Kelile ve Dimne`deki hikâyeler siyasetten erdeme kadar birçok farklı konuyu ele almıştır. . Çocuklara şuur altına, İnsanı ve doğayı sevmeyi öğreten,Dostluğun ve doğru olmanın güzelliklerini işleyen,daima iyilerin kazandığı,kötülerin kaybettiği bir dünyayı sunar.Beydeba yı okuyabilme şansına sahip olan çocuklar, ”İnsan,Hayvan ve Doğa Sevgisi” ile donanır.

Behrengi ise (1938-1968) yılları arasında yaşamış, İranlı bir ilkokul öğretmenidir.
Genellikle coşkulu ve duygulu bir anlatımın ağır bastığı Behrengi'nin yapıtlarında büyüklerin dünya­sı küçükler aracılığıyla anlatılırken, toplum­sal sorunlarla ilgili eleştiriler içeren bir yakla­şım da sergilenir. Behrengiyi okuyarak büyüyen çocuklar ilerde “İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU” sol görüşü benimseyen erişkinler olurlar.

Beydeba’ nın  “2 ARKADAŞ “ isimli masalını  anlatarak bu yazımı sonlandırmayı istiyorum.
Vaktiyle ülkelerden birinde Halil ve Nuri adında iki arkadaş yaşardı. Bir gün birlikte geziye çıktılar.
Az gittiler uz gittiler. Dere tepe düz gittiler. Gide gide bir çöle vardılar. Geniş, engin bir çöldü burası. Aç kaldılar susuz kaldılar. Güç bela çölü geçtiler.
Tekrar düştüler yola.
Sonunda yüce bir dağa ulaştılar. Eteğinde büyük bir havuz vardı.Çevresi, rengarenk çiçeklerle donanmıştı.Ağaçlar yeşilliklerini havuza taşırmışlardı.Cennet gibiydi sanki.İki arkadaş nasıl da yorulmuşlardı.Havuzda bir süre dinlenmek istediler.
Kenara oturdular. Yanlarında getirdikleri azıktan biraz yediler.Havuzun suyu oldukça serindi.Ellerini yüzlerini yıkadılar.Çevreyi seyrederken gözlerine birşey ilişti.Gidip baktılar.Mermer bir levha.Üzerine ilginç bir yazı.
Okudular. Çok şaşırdılar.
Şöyle diyordu yazıda:
“Ey yolcu! Bir yolculuğa . çıkmak istermisin ? Sonuçta seni sonsuz bir mutluluk bekliyor. Atılmak istersen eğer bu maceraya, önce havuzu, yüzerek karşıya geç.Orada taştan bir arslan heykeli göreceksin.Şayet onu omuzlayıp bir çırpıda şu dağa çıkarabilirsen, sınırsız bir mutluluğa erişeceksin. Fakat çıkacağın yol çok sıkıntılıdır,yorucudur.Yukuş diktir.Yolda ayağına dikenler batacak, çalılar takılacak.Yırtıcı hayvanlarla karşılaşacaksın.Onlardan kurtulmak güçtür.Bütün bunları yenersen, sonuçta mutlu olacaksın”
İki arkadaş donup kaldılar. Bir süre sessizce durdular.Sessizliği önce Nuri bozdu:
- Ben , dedi, böyle sonu belirsiz bir maceraya atılmam.
Halil  itiraz etti:
- Zahmetsiz bir şeye ulaşılmaz.Sıkıntı çekmeden insan mutlu olamaz.
Nuri, düşüncesinde kararlıydı:
- Hayır, dedi, ben onca tehlikeyi göze alamam.
Halil:
- Sen kabul etmezsen etme, dedi, ben şansımı deneyeceğim.
Nuri korkmuştu.arkadaşına acıyordu.
- Bari, dedi, senin karşılaşacağın tehlikeleri görmeyeyim.
Ve uzaklaştı oradan.
Halil, korkusuzdu. Fakat, yine de bir ürperti . duymuyor değildi yüreğinde. Bildiği bütün duaları birer birer okuyarak atladı havuza. Yüzmeye başladı. Gittikçe güçten . düşüyordu. Güç bela karşıya ulaşabildi. Havuzun diğer ucuna varınca derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı.Bir süre dinlendi, soluklandı.Çevreyi seyretmeye başladı.Taştan yapılmış arslan heykeli karşısındaydı.Kuşkulu kuşkulu yaklaştı.Gücünü toplayıp heykeli sırtladı.
Omzundaki heykelse sanki gittikçe ağırlaşıyordu. Nefes nefese kalmıştı. Durup dinlenmek istedi.Yokuşta durmanın tehlikeli olacağını düşünüp vazgeçti.Anasından emdiği süt burnundan gelmişti. Sonunda dağın doruğuna varmıştı. Oflaya puflaya heykeli taşıdı doruğa.
Yere koyar koymaz arslan dile gelip kükredi.
Öyle bir kükreyişti ki bu, dört bir yana korkunç bir gürültü halinde yayıldı.
Dağın arkasında büyük şehirler vardı. Arslanın kükreyişi kantler’e kadar ulaştı.Sesi duyan bir gurup insan Halil ‘in bulunduğu yere doğru geliyordu. Halil şaşkınlık içindeydi. Bir arslana;bir de üzerine doğru gelen kalabalığa bakıyordu.Hiç bir şey anlamadı.
Kalabalıktan çok korkmuştu.
“Aman Allahım, nedir bu başıma gelenler?” diye söylenmeye başladı. Kalabalık gittikçe aklaşıyordu.
HALİL ‘deki gerilim son sınıra ulaşmıştı.
Fakat korkusu boşunaydı. Topluluktan birkaç kişi öne çıktı.Ellerinde süslü padişah giysileri vardı.Sessizce yaklaştılar.Kaftan’ı HALİL‘e giydirdiler.Başına büyük bir kavuk oturttular. Güzel bir Küheylan’a bindirdiler ve şehre doğru yola koyuldular.
HALİL, şimdi çok sevinçliydi.
“Başıma devlet kuşu kondu galiba” diyordu. Yine de hayretler içindeydi.Kalabalıktan birisine sordu.
- O gördüğünüz arslan ve havuz tılsımlı şeylerdir, cevabını aldı.
Bir başkası:
- Bizim padişahımız ölünce, dağdan arslanın kükremesini bekleriz. Arslan kükreyince yeni hükümdarımızın geldiğini anlarız, dedi.
Dimne’nin anlattığı bu hikaye Kelile’yi çok etkilemişti.
- Tamam, dedi, kabul ediyorum. Devlet yönetiminde önemli yerlere gelmek için soylu olmak zorunlu değil. Yetenekli ve akıllı olan bir kişi bu makama erişebilir. Fakat sonuçta başkaları yadırgamaz mı bunu?
- Sanmıyorum, dedi Dimne. Belki başlangıçta garip bulanlar olabilir. Ama, sen eriştiğin makamın gereğini yerine getirirsen bir sorun çıkmaz.
Kelile hala kuşkuluydu.
- Diyelim ki padişaha yakın bir mevkiye geldin. Seni kıskananlar olacaktır.Onların kötülüklerinde nasıl . emin olabilirsin?
Dinme’nin kendine güveni sonsuzdu.
- Kolay, dedi.
Bazı kurallara uymalısın. Kızgın olmamalısın.Nefsinin istediğine karşı gelmelisin.Görevini düşünmelisin.Önüne hangi görev çıkarsa çıksın çekinmeden kabul etmelisin. Serin kanlı olmalısın.
Kelile:
. - Söylediklerin güzel şeyler, dedi. Peki padişaha kendini nasıl beğendireceksin?
Dimne:
- O da kolay, dedi. Onun da yolu yordamı var.
Öncelikle hükümdarına bağlı olacaksın.Ne olursa olsun buyruğundan dışarı çıkmayacaksın.Ülkenin ve padişahın yararına olan her işi destekleyecek, özendireceksin.Zararlı şeylerden kaçındıracaksın.
. Ve sultanını gerçek bir sevgiyle seveceksin.
Kelile, Dimne ‘nin kararlı olduğunu anladı.
- Bari, dedi, padişahın yanında bulunmanın ateşten bir gömleği giymek . kadar tehlikeli olduğunu aklında çıkarma.
Dimne, Kelile’ye hak verdi.
- Dediklerin doğru, dedi.Önerilerin için . teşekkür ederim.

Çok uzun bir yazı oldu, okuyanlar sıkıldıysa özür dilerim.Ama  Masalların güzelliği içinde verilmiş olan mesajı iletebildiysem ne mutlu bana.
Dr. Erdem CANKAYA