1 Nisan 2018 Pazar


YILDIZLARI SEYRETMEYİ SEVEN KIZ ( Aycan’a İthaf )

Göz yaşı bezleri bebeklikte çok fazla faaliyet gösterirken, yaş ilerledikçe mesaisini vücudun ihtiyacına göre ayarlıyarak ömrümüzün sonuna kadar faaliyet gösteren çok önemli bir organımızdır.
Faaliyetinin durması,gözlerimizin kurumasına,gözümüzde bakterilerin üremesine neden olacak kadar sevimsiz hastalıklara neden olur.
Türkiye dışındaki ülkelerde nasıldır pek bir bilgim yok, ama, Türk Toplumunda göz yaşının apayrı bir özelliği vardır. Göz yaşının Erkeklikle ve Mertlikle ters orantılı bir ilişkisi vardır. Göz yaşının sular seller gibi aktığı Ağlama dediğimiz eylem, ölüm ve büyük acılar dışında erkekler için ayıptır. ‘Erkek adam ağlamaz’ kuralı bir çok erkeği ; gururundan dışa vuramadığı sevdasını içe akıtılan göz yaşı ile , kendini ifade etme şeklinde bir eyleme dönüşür. Sazlarda tellere vuran her mızrap darbesi,her tokuşturulan kadeh,her savrulan küfür,hasma sıkılan her kurşun , dışarı akıtılamayan gözyaşının bedelidir.
Yaş elli sınırını aştığında,nedense ‘ Erkekler ağlamaz ’ kuralında bir gevşeme olur.Hele 60 lı yaşlardadaki erkeklerin her duygulandıkları an,sanki gözlerine toz kaçmış gibi gözyaşlarının pınarlarından taşması olağan kabul edilir. Nedense testeronun azalıp, Andropoz’un hızlandığı yaşlarda AĞLAMA dediğimiz eylem, Ağla Ağla açılırsın gibi teşvik sözleri ilede hoşgörünün doruk noktasına ulaşır.Geçenlerde babasını muayeneye gittiğim bir dostum, hastalık nedeni ile ağlayan yaşlı babasına ‘ Ağla ağla açılır rahatlarsın ’ demesiyle yaşlı baba oğluna ‘ Ağla ağla diyerek toprağa yakınlaştığımımı ima ediyorsun diyince , odadaki herkes tüm sıkıntılarını unutup kahkayı koyuverdi.Gözyaşları içinde dakikalarca güldük.Birde baktıkki demin ağlayan yaşlı baba göz yaşları ile kendi söylediği söze gülmekten ağrılarını geçirmişti.
Ben göz yaşının insanı rahatlattığına inanırım.Bilimsel bir izahı yok ama ,herhalde inanmanın tesirinden olacak,ne zaman ağlasam rahatladığımı hissederim.Belkide gözyaşı salgılanması paralelinde mutluluk hormonu dediğimiz endorfininde salgılanmasına neden oluyordur. Deminde bahsettiğim gibi yaş 60 lı sınırları aşınca ,insan herhalde daha fazla duygusallaşıyor.
Geçmişte isteyipte yapamadıklarımız veya tam tersine istemeden yaptığımız bir takım işler aklımıza geldiğinde, yitirilen zamanın acısı insanı dahada fazla duygusallaştırıyor. Hele hele gerçekleri bildiğiniz halde ; sırf o katı gururunuzun etkisiyle,söylemek isteyipte söyliyemediğiniz veya söylemek istemediğiniz halde söylediğiniz cümleler aklınıza geldiğinde, yaşanması ve paylaşılması gereken yıllarda en sevdiklerinizle bile paylaşamadığınız sırlarınız aklınıza geldikçe yutkuncuk olur gibi boğazınızda bir tıkanıklık olur.
Bu satırları yazdığım şu anda geçmişe yaptığım yolculuğun duygusalllığı ile yine gözlerim yaşarmış bir vaziyette bilgisayarın başında bu yazıyı yazıyorum. Zira bu gün ; Yıldızları seyretmeyi seven kız aklıma geldi.
Ataköydeki evimiz 3 odalı Sosyal konuttur.O nedenle yatak odaları oldukça ekonomik düşünülmüş boyuttadır. Bu eve taşındığımızda yaşları 8, 5 ve 3,5 yaşlarında 3 kızımız vardı.Hayatın başlarında olduğum,yaşama ve işime hırsla asıldığım yıllarım.Yılların sürrati içinde hırslarımız azalıp, saçlarımız ağarırken,Kızlar büyüdüler ve sanki birbirleri ile yarışırcasına yuvadan uçup gittiler.İşimde ve konumumda tam çocuklarıma ayıracak zamanım olmuştuki,birde baktımki kuşlar uçup gitmişler.Paylaşamadıkları duygularını,ilk aşklarını,ilk acılarını,ötelenmiş sevgi sözcüklerini,bekledikleri takdir ve sevgi sözcüklerinide bavullarına koyup gitmişler.
Eşimle kalakaldık başbaşa. 2 kişiye 3 oda olunca vede yorgun mesaneler karşılıklı uyku derinliklerini bozmaya başlayınca,odalarımızı ayırdık. 5-6 yıl kadar küçük odayı mevcut konumu ile olduğu gibi kullandım.Kızım sanki geri dönecek ve odasını tekrar kullanacakmış gibi bir duygu ile,gardrobunun üzerine çizdiği resimler duvarlara astığı posterler kitaplığındaki kitaplar,bıraktığı andaki gibi yerlerini muhafaza ettiler.Uzun süre odayı kullanmama rağmen benim odam diyemedim.Geceleri salondaki divanla yatak arasında defalarca seyrüsefer yaparak delik deşik gece uykularımla günleri geçirdik. Pencerenin yanına konulmuş yatakta kışın kaloriferin sıcağından,yazın açık pencereden gelen sivrisineklerle bir türlü başedemez, hergece uykunun gerisini salonda divanda tamamlardım.
Kapının arkasına yapıştırılmış Büyük İstanbul koşusunun, koşuya katılmak için numarasının yazılı olduğu Coca-Cola’nın reklamını içeren uçları kıvrılmış, göğüse yapıştırılan afiş ; yıllarca konumunu korudu. Bon Jovi posteri ise bazen rüyalarıma tanıklık ederdi.
Derken bir gün kayınvaldemin daveti ile bir tanıtım yemeğine tesadüfen katıldım. Bir Alman firmasının ürettiği Kauçuk yatakların tanıtımını yaptılar.Tanıtımı yapan o kadar profesyonel idiki ,sair zaman 40 defa alıp almamayı düşüneceğim pahallı yatağı ; alıvermişim. Tabii o yatağa uygun baza ve odanın ve yatağın konumuna uygun Elbise dolabı ve çalışma masası sıraya girdi.Hatta işi biraz daha ilerletip yerdeki boydan boya halılarıda yolcu edip,yerleride parke lam kaplattırdık.Tabii yatağın konumu değişti ve benim geceleri yatak odası ile salon arasındaki seyrü-seferlerimde son buldu.60 yaşından sonra sağlıklı bir yatağın kıymetini anladım.
Bu gün evde temizlik günü. Temizlik günlerinde mutlaka evde değişiklik olur.Bir sonraki temizlik gününe kadar eşyaların bazıları yer değiştirir.Bu gün kü değişiklikten ortanca kızımın kıymetli masası nasibini aldı. Masa benim odama pencerenin yanına konuşlandı. Büro tipi sandalyeye oturup,soldan gelen pencerenin huzur veren ışığında masada dergimi okumak büyük keyif verdi. Eve gelen yardımcısı ile harıl harıl çalışan eşime sordum :
- Yahu hanım bu odanın doğru konumu bu,bizim kız bu odayı niye bu konumda kullanmadı ?
Hanım hiç düşünmeden yanıtladı ;
- O yattığı yerden yerden yıldızları seyretmeyi severdi.
İstemsiz bir halde gözpınarlarım doldu.Odanın şeklini değiştirmekle sanki kızımın anılarına saygısızlık etmişim gibi geldi. Zira ben de gençliğimde Yıldızları seyrederek uymayı çok severdim.Benim gençliğimi geçirdiğim oda apartmanın ışıklığına baktığı için ,yattığım yerden yıldızları seyretme olanağım olmamıştı.Oyüzden odamın adını karanlık oda koymuştum. O odanın her köşesinde ayrı ayrı hayallerim yaşardı.O ev satılıncaya kadar, annemi her ziyaretimde odama girer köşelerine bakar,ve oralarda hala asılı kalmış gençlik hayallerimi görürdüm.
Yıldızları seyretmeyi seven kız bu gün çalışan bir anne. Sorumluluklarını fazlasıyla üstlenmiş bir vaziyette hayatın inişli çıkışlı yollarında çırpınıp duruyor. Yıldızlara bakarak kurduğu hayallerden hergün uzaklaşarak,hayatın katı gerçeklerini altetmeye uğraşıyor.Bir gün geriye dönüp baktığında ,yapmak isteyipte yapamadıkları ,veya istemeden yaptıklarından duyduğu pişmanlıklar inşallah az olur.Zira yıldızlara bakarak hayalini kurduğu uzaydan geleceğini beklediği sanal sevgili,ondan hergeçen gün daha uzaklaşmakta. Zaman ise saatleri hızla öğüten bir değirmen misali çalışmasına devam ediyor. Dünyamız vahşi insanoğlunun işkencesi ile her gün daha fazla yaşlanıp sonuna yaklaşmakta.Kutup buzullarının hızla eridiği,tayfunların alt üst ettiği uygarlık.Kirlenen denizler ve çevre.
Bir daha geri dönmiyeceğini bildiğimiz ,basit bir törenle uğurladığımız ,sevdiklerimiz aklıma geldikçe; çaresizliğin gözpınarlarıma sürgün ettiği yaşlar,damla dala süzülürken yanaklarımdan,Yıldızları seven kızın hayallerinin güzelliğinin,çaresizliğin en güzel merhemi olduğunu hatırlattı bana….
İnanıyorumki bu odayı benim kullanım sürem bittikten bir sure sonra bir genç kız yatağını tekrar pencerenin kenarına çekecek,ve yıldazları seyrederek uykuya dalarken,çok uzaklardan gelecek sevgilisinin hayallerini kuracak . Kim Bilir ?...
Dr.Erdem Cankaya