26 Ekim 2010 Salı

KELİME-İ TAYYİBE

KELİME-İ TAYYİBE

Çok değişik duygularla bu yazımı yazmaya başladım.Yıllar öncesine gitti anılarım. Değişik bir aile yapısında büyümem ve eğitilmem ,belki de şuuraltıma yerleşmiş ve bende hayat boyunca kişiliğimde yer etmiş,değiştiremediğim bazı alışkanlıklar kazanmama neden olmuştur. Rahmetli Babam Tarih öğretmeni idi. Annem de Coğrafya öğretmeni. Ailesinde öğretmen olanlar anlattıklarım dan beni daha iyi anlayacaklardır. Öğretmenlerin çoğunun ortak bazı yönleri vardır. Mesleklerini işyerinde yani okulda bırakıp gelmezler. Yıllarca yetiştirdikleri çocuklara doğruyu öğretme çabaları,,kendilerinin de ,temiz kalpli, art niyetsiz ve hoş görülü insanlar olmalarına neden olmuşlardır. Yani kendisini akıllı zanneden Şark kurnazları nın ; çoğu zaman“Keriz” yerine koymak isteyip de,başarı elde edemedikleri , saf görünüşlü ama akıllı insanlardır öğretmenlerimiz. Meslek alışkanlıklarını da en fazla eve taşırlar. Babam oldukça otoriter ,ama bir o kadar da Demokrat ve hoş görülü bir insandı.Akşam saat 7 oldu mu ailenin tüm fertlerinin sofrada hazır olmasını isterdi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ilk Muallim mekteplerinde ,“toplumu aydınlığa taşıyacak köylü çocuklarına” özenle öğretilen konulardan biri de uygar batı’nın sofra adabı olmuş. Kaşıkların,,bıçakların, tabakların dizilimi ve kullanımı (Kısacası Sofra Adab-ı muaşereti.) ve sofradaki sohbet düzeni.. Sohbette sıkmadan anlatmayı ve öğretmeyi, sözü kesmeden sabırla dinlemeyi öğretmişler. Akşam soframızda genellikle konuk eksik olmazdı. Babam kendi ve annem dahil, hepimizin ,her gün bilmediğimiz yeni bir şey öğrenmemizi ve sıramız geldiğinde öğrendiğimiz yeni şeyi, akşam sofrasında aile fertleri ile paylaşmamızı isterdi.Konu seçimi özgürdü. Öğrendiğimiz bilgiyi yanlış aktarmamak için ,çok kısa notlar alma alışkanlığını da babamın sofrasında kazandım.Kardeşlerim ve ben okumaya teşvik edilir,
okuduğumuzu doğru yorumlayabilip, doğru aktarabiliyorsak ,babam tarafından bir armağanla taltif edilirdik.Bu taltif genellikle bizleri yönlendiren bir kitap olurdu. Babamın en çok özendiği konuda dilimizde yer tutmuş, ”Osmanlıca” dediğimiz sözcüklerdi. Babamın kütüphanesindeki,kitaplar genelde 1935 ten başlıyan eski baskı tarih kitapları,roman ve öykülerdi. Eski dilde okuduğumuz romanlar ve öykülerde geçen eski sözcükler dilimize pelesenk olurdu.
Dar bütçesi nedeni ile kitaplığını yenileyememesinin sonucu ,çocuklarının sözcük haznelerinin ölmeye yüz tutmuş sözcüklerden oluşması,babamın üzüntülerinden biri idi. O nedenle sofrada her söylediğimiz Osmanlıca sözlüğün yeni Türkçede ki karşılığını bize söyler,öztürkçe konuşmamız için azami gayreti sarfederdi. Bazende çoşku içinde Osmanlıca sözcüğün kökünün nerden geldiğini ,kelimeleri yanlış kullanmanın ne kadar insanları zor duruma sokacağını örneklerle anlatırdı. Atatürk bir konuşmasında “Türk halkı dürüşt değildir” demiş. Salak bir gazetecide Dürüşt kelimesini dürüst kelimesi ile karıştırıp, bir yazı yazınca işinden oluvermiş. Dürüşt ‘ün anlamı “kaba,saba”, dürüstün anlamı ise hepimizin bildiği gibi “doğru,düzgün ve sağlam” dır. Gazetecilerin çoğu zaman yaptıkları sözcük hataları beni hep güldürmüştür. Örneğin “Hile hurda” derler.Bu işe hile hurda karıştı gibi. Sözcük dizisinin aslı “Hile hud’a “dır. Hud’a nın anlamı aldatma dalavere demektir .Hurda kelimesinin aslı ise Hurde olup ; ufak değersiz şey anlamındadır. Kimisi de hud’a kelimesini huda olarak kullanırki,huda Allah demektir.En kaliteli köşe yazarlarının bile kullandığı hatalı sözcükler vardır.Genelde pis su çukuruna “FOSEPTİK ÇUKURU” derler.Halbuki Latince de Fos çukur demektir .Septik ise temiz olmayan demektir.Sözcüğün doğrusu sadece “FOSSEPTİK” tir.Nedense bu yazımda Babamdan bahsettiğim için mi olacak nedendir, sıkıcı ve uzun bir örnekleme yaptım herhalde. Ne kadar gayret etsem de, konuşma ve yazı dilimi Osmanlıca sözcüklerden arındırmakta çok başarılı olamadım.Çünkü küçüklüğümde devlet kitaplıklarından emanet aldığım veya babamın kitaplığındaki kitaplar o kadar çok eski baskı idi ki,ister istemez Osmanlıca sözcüklerle gelişen dil hazinemden yenilerini alıp eskilerinden vazgeçmek hayli güç oldu. Yine olağan sofra öğretilerimizden birinde, babam aniden bana bir soru yöneltti. “TENKİT” nedir dedi. Biraz düşündükten sonra “Eleştiridir” diye cevapladım. Her zamanki gibi faka bastığımdaki attığı kahkakayı attı. “Daha tenkit le tenkid in farkını bilmiyorsun ama Türkçesini kullanmamakta da tembellik ediyorsun dedi. Meğerse okulda öğretmenimin 10 verdiği kompozisyon ödevinde tenkid yerine tenkit yazmışım. Tenkid eleştiri anlamını taşıyor, tenkit ise temizleme ,fazlalıkları atma gibi ve cümle içinde noktalama işaretlerinin kullanılması anlamında bir sözcükmüş Babamdan o sofrada yeni bir şey daha öğrenmiştim.Aslında eleştiri sözcüğünün de tenkid kelimesi ile tam eş anlamlı olmadığını,Türk dilinin yıllarca emperyalist dillerin baskısı ile zenginliğini kaybettiğini ,o yüzden elimizden geldiğince Türkçe sözcükler kullanarak,dilimizi geliştirmemizin,hızla dilimize yerleşen yabancı kaynaklı sözcüklerden dilimizi arındırmamız gerektiğini,dil in son derece önemli olduğunu ;bir halkın bağımsızlığı ve özgürlüğünü koruyabilmesi için, diline sahip olması gerektiğini uzun uzun anlattı. O heyecanla kalkıp birkaç lügat ve ansiklopedi den,tenkid ile eleştirinin anlam farkını araştırmıştım.Tenkid kök olarak intikad sözcüğünden türeyen Fransızca karşılığı critique olan bir sözcüktü ki tam karşılığı edebiyat ve sanat eserlerini her yönü ile inceleme anlamını taşıyordu.Eleştiri ise çok daha fazla anlama sahipti.3 çeşit anlamı vardı. 1 ci anlamı “Bir insanı,bir eseri,,bir konuyu,doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadı ile inceleme işi” 2 ci anlamı “bir edebiyat veya sanat eserini ,her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak veya değerlendirmek amacı ile yazılan yazı türü” (Yani tenkid veya critique veya intikad) 3 cü sü ise : “ özellikle bilginin temellerini veya doğruluk durumunu inceleme,sınama,yargılama” anlamında kullanıyor. Her 3 tarif birbirine benzer fiiller olsa da, farklı anlamdaki işlerdi. Fransızca ,Arapça ,İngilizce ,Sanskritçe gibi,fazla dil emperyalizmine maruz kalmamış dillerde ,bu 3 işlevin tek sözcükle anlatılan karşılıkları vardır.Rahmetli Behçet Kemal Çağlar ın bir konferansında,eleştirinin 2 farklı şekilde uygulandığını söylemişti. Seçilen konu ve metod ayni olsada kullanılan dil, eleştiride yapıcı veya yıkıcı olarak kullanılabiliyordu. Eleştirinin dozu ,yapıldığı ortam ve zamanlaması da çok önemli idi,Rahmetli Çağların anlatımında. Mahkemede Savcı’ların ve Avukatların kullandığı dilin de farklı olduğunu,Savcıların genelde “intihak” (Kişiyi zayıflatma,kuvvetsizleştirme,işe yaramaz hale koyma) niteliğinde konuşma yaptıkları örneğini hiçbir zaman unutmadım. DSP de çok aktif olduğum dönemlerde ,bir sohbet esnasında, dikkati üzerime çekebilmek için,mitinglerde neden intihak-i bir söylem tarzını kullanmadığını Rahmetli Ecevit’e sorma cesaretini gösterdiğimde,beklide gizli bir alaycı ifade ile ,” sizce Kelime-i Tayyibe ler den oluşan sözcükleri tercih etmek daha iyi değilmi” diyerek yaptığı espiri ile hem yeni bir kelime hem de siyasette doğru bir kavramı öğrenmeme neden olmuştu. Hemen ilk fırsatta baktığım lügat da sözcük dizisinin karşılığının “Güzel söz,gönül alıcı söz “ olduğunu öğrenmiştim. Belki Bülent Ecevit ‘ten vereceğim bazı örnekler, yazımı okuyan bazılarını irrite edebilir,ama bir çok şey öğrendiğim Rahmetli Ecevit’ten,en başta öğrendiğim şey Siyasi Uslup olmuştu. Dost olsun rakip olsun herkese “SAYIN “ demeyi siyaset adabına yerleştirmişti. Ben Sayın kelimesini yabancılara kullanırken, yakın arkadaşlarıma sevgili, dostlarıma ise Can diye hitab etmesini severim. Bey kelimesi de severek kullandığım bir hitabet şeklidir. Eğer benden yaşı büyük bir arkadaşımı çok seviyorsam ona ağzı dolu dolu, Ağabey diyebilmek bana çok keyif verir. Gerek okulda, gerek evde,gerekse siyasette büyüklerden aldığım öğreti doğrultusunda,kişilerden meslekleri ile yalın hitabı, görgüsüzlük olarak kabul ederim. Bir kişinin ismini değil sadece mesleğini söyliyerek hitap etme ihtiyacı oluşursa,Müdür bey,Kaymakam bey,Doktor bey gibi hitaplar kullanılabilir.Ama bey takısı takılmadan kullanılan ünvanlar bir nevi küçük görme, intihak-i bir hitap şeklidir.Geçici görevle gittiğim bir ilçede,İlçe hıfsızsıhha toplantısında kaymakam bana “sen ne düşünüyorsun doktor” dediğinde,”düşüncelerim ve davranışlarım sizden çok farklı KAYMAKAM EFENDİ dediğimde,hatasını anlayıp özür dilerim doktor bey demişti.Lisede Edebiyat hocam Neriman hanım bir yazımda M.Kemal Atatürk diye yazdığım için,” Erdem kasti yapmadığını bildiğim için notunu kırmadım,ama Mustafa yerine kısaltmalı M nokta yazman ataya saygısızlıktır.Ya sadece Kemal Atatürk yaz yahut ta ,Mustafa Kemal yazman gerekirdi dedi. İsimlerini kısaltarak yazmak hakkı sadece isim sahiplerine aittir diyerek bana bir nezaket kuralı öğretmişti. O gün bu gün ,seveyim veya sevmiyeyim hiçbir kişinin ismini kısaltarak kullanmamaya özen göstermişimdir.

Dost demeyi arzuladığım,ve gelecekte,gerçekten devlet yönetiminde çok etkili hedeflere ulaşmasını ve hayal ve tahayyül ettiğim,gerek nitelikli ve nicelikli bir ailede yetişen,gerekse Türkiyenin en iyi eğitim kurumunu bitirmiş çok sevdiğim bir kardeşimin,son zamanlarda söylediğim sözlerden alınması beni ziyadesi ile üzdü. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yaptığı intihak-i tarzdaki eleştirileri hatalı gördüğüm için bir dost uyarısında bulunmayı bir ağabeylik görevi kabul ettim. Zira yazımın yukardaki bölümünde belirttiğim gibi,yıkıcı ve veya yapıcı tenkid lerin doğru zamanda ve doğru ortamlarda yapılması çok önemlidir.

Ülkemiz şu anda çok karanlık bir zemine doğru hızla kaymaktadır. Ülkeyi düze çıkarabilecek tek umudumuz CUMHURİYET HALK PARTİSİ dir. AKP nin kazanacağı 3.cü bir seçim ,rejim değişikliğine ve ülkenin bölünmesine neden olabilir. Seçimlere çok az bir süre kalmıştır. Bu süre zarfında doğru dahi olsa Genel Başkana yöneltilecek sert eleştirilerin zamanı değildir. Hele hele bugüne kadar oy alamadığımız halk kitlelerinin sıcak baktığı bir Genel Başkanı Acı eleştirilerle içimizden yıpratmak,zaman olarak çok hatalıdır.Yıllarca karşısında parti içi mücadele verdiğimiz Sayın Deniz Baykal bu gün genel başkan olarak kalmış olsa idi dahi,seçim arefesinde onu da tenkid etmemiz çok hatalı olurdu. Seçim sath-i mahaline girdiğimiz şu günlerde,kol kırılsa bile yen içinde kalması gerektiğine inanıyor,bilmeden yaptığımız kişisel hatalarda dostlarımı ve sevdiklerimi uyarmayı bir görev addediyorum.
Aramızdaki kırgınlık ve alınganlıkları yok etmemiz ,tek yumruk olmamızın en gerektiği bir süreci yaşamaktayız. Bu gergin süreçte lütfen birbirimizi incitmekten sarfı nazar edelim. Bende bütün dikkatime rağmen,farkında olmadan incittiğim kardeşlerimin, beni bir ağabeyleri olarak hoşgörü ile karşılayacaklarına inanarak bu yazıyı yazdım.,Ortak doğrularımız doğrultusunda tüm azmimizle birlikte mücadelemizi sürdürmelerini diliyorum
Sevgi,saygı ve esenlikler dileklerimle…25.X.2010 Ataköy
Dr. Erdem Cankaya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder